ADNAN OKTAR (HARUN YAHYA -ADNAN HOCA)'NIN SES KAYDI
GİZLİ BANT ÇÖZÜMLERİ
Bu çözümler, 19 Ağustos 1989 günü gerçekleştirilen bir telefon görüşmesine ait. Adnan Hocanın yakın talabelerinden birinin (ismi bizde mahfuz) Adnan Hoca ile ayrılmadan önce yaptığı bu telefon görüşmesi, bütün gerçekleri gün ışığına çıkana nitelikte. Adnan Oktar (Harun Yahya - Adnan Hoca) gerçekliğini anlamak için bu bant çözümü oldukça önemli bir belge hükmündedir bizce. Adnan Hocayı asıl bu görüşmede ortaya koyduğu fikirleri ve bakış açısı çerçevesinde değerlendirmeyenler, Adnan Hocanın "takiyye "oyununa geldiklerini bir gün anlayacaklardır.
Çok önemli gördüğümüz bu telefon görüşmesini, büyük ölçüde aynen yayımlıyoruz. Faydalı ve uyarıcı olması dileğiyle. –Girişim Dergisi-
BİRİNCİ TELEFON GÖRÜŞMESİ
(Üç Vakit Namaz Mevzuu)
- Ben bu namaz mevzuunda, üç vakit namaz mevzuunda, hayızlı namaz mevzuunda, gusül abdesti mevzuunda emin değildim. Onları öğrenmek için A... ağbiyle görüştüm. "Hoca çok sakat" falan gibi şeyler söyledi.
Adnan Hoca- Neye sakat dedi?
-Bu görüşleri çok sakat falan dedi. Bunları falan öğrenmek isliyorum.
A.H.-Cemaatten falan ayrılmayı düşünüyor musun?
-Bu konuları araştırdım. Ama tam olarak bir bilgim yok. Mesela ben beş vakit namaz kılınacağım söylesem, hayızlı namaz kılınamayacağını söylesem, gusül abdestini falan söylesem, o zaman benim, açıklamalarınıza göre, cemaatten ayrılmak zorunda kalmam gerekiyor. Öyle değil mi yani?
A.H.-Niye ayrılasın ki?
-O zaman siz üç vakit namaz için tebliğ yaparken, ben beş vakit için tebliğ yapacağım. Ya da..
A.H.-Delillerini gösterirsen ben de inanırım. Beni ikna et, delillerini göster, ben de inanayım.
-Üç vakit mevzuunda siz delillerinizi getiriyorsunuz. Ben inceledim, onları öğrendim.
A.H.-Yavrum, öğrendiklerini bana göster, ben de uygulayayım onları. Göster, tarif et, nasıl olduğunu öğreneyim.
-Kardeşler de biliyorlar galiba. Size açıklamışlar eskiden. Ben de arada sırada derste görüyordum. Bende inceledim o konuyu. Beş vakit diye iman ettim.
A.H.-Yavrum, iman ettin de biz de iman edelim. Delillerini göster bana, anlat, açıkla, ben de öğreneyim. Niye bize öğretmiyorsun, kendine bırakıyorsun? Başkalarına nasıl anlatıyorsan bize de anlat.
-Yoo, anlattım zaten birkaç kişiye de...
A.H.-Gel bana da anlat.
-Şu vakitle çıkacak durumum yok. Üç vakit delillerini hatırlayamıyorum ben. Şimdi orda "günün iki tarafı" falan "tarafeyn" mevzuuları vardı. Şimdi ben bu beş vakte iman ettim. Bakara Suresi 238. ayette mevzular var. Oradaki "T" harfındeki değişiklikler var. Orda mesela "salavat" diye geçiyor. En az üç vakit diye geçiyor. Orda en az üç olduğuna göre, üç, dört, beş diye gitmesi lazım. Bir de orta namazı olduğuna göre beş vakit diye çıkıyor...
A.H.-Yavrum, gel işte bunları bana anlat. Ben de aynısını anlatayım kardeşlerine. Yani bu şekilde anlat, tarif et, eğer öyleyse, dediğin gibiyse...
-Bunlar zaten size söylenmişti hocam. Ben hatırlıyorum yani.
A.H.-Yok söylenmedi. (Adnan Hocadan ayrılan talabeleri, Adnan Hocanın burada yalan konuştuğunu, kendisine özellikle bu namaz konusuyla ilgili olarak yazılı deliller sunduklarını, ama Adnan Hocanın bu delilleri kabul etmediğini söylüyorlar. Ayrıca Adnan Hoca ile diğer tartışmalı meseleleri de uzunboylu konuştuklarını belirtiyorlar. Üç vakit namaz konusunun içtenlikle cemaatte savunulduğunu ve namazın bu içtihada uygun olarak kılındığını da ekliyorlar. -Girişim-) Kağıdı verdik, gönderdi. Kağıtta da "tarafeyne kadar" deniyor, iki şehirden dört deniyor. Sözlüğe baktık, böyle çıkmıyor. Bütün sözlüklere baktık, herkese sorduk, hatta I...., kendisi de diyordu, "üç vakit geçiyor diye, sonradan kıvırdı.
Başörtüsü, Hayızlı Namaz ve Y.Nuri Öztürk Meselesi
-Şimdi başörtüsü mevzuu var, hayızlı namaz kılma mevzuu var, bunlara da baktım ben.
A.H.-Eee, tamam,ben B....'le gittik o profesöre, adamın ismi neydi?
-Yaşar Nuri mi?
A.H.-Y.Nuri Öztürk'e gittik sorduk.
-O adamı bilmiyorum, ama ben pek o adama güvenemedim. Hürriyet'le falan alakası var. TV'de gayet mesela... En baştan beri onu dikkatlice izliyordum. Pek güvenilir bir şahıs gibi gelmedi bana.
A.H.-Ama şimdi ilmî, teknik yanı önemli. Hürriyetle falan mutabakatı önemli değil ki...
-Onun mesela TV'deki izahlarını filan dinlemiştim. Bana pek sağlam gibi gelmedi:
A.H.-Hıhhhh... Sen gene de gel bir konuşalım. Bu telefonla halledilecek bir iş değil. Bir bakalım delillerine, inceleyelim. Oldu mu?
-Olur inşaallah.
A.H.-Peki H.K. nasıl, o da mı aynı kafada?
-H.K. ile hiç konuşmadık yani bu mevzuları...
A.H.-Senden önce bunlar aylar evvel inanıyorlar değil mi bu konuda?
-Ben zaten mesela Cuma konusunda tenkit etmiştim bunları hatırlıyorsanız, ikindi namazında falan Cuma kılmıştık. Şimdi ben tekrar inceleme ihtiyacı duydum olayı...
A.H.-Tamam incele, ama kararını vermiş görünüyorsun.
-Hayır, kararımı vermedim. Şimdi delillere baktım hocam, hepsi beş vakit gibi gösteriyor. Başörtüsündeki ayetler falan...
A.H.-Hangi delillere baktın sen? (azarlarcasına ve kızarcasına bir üslupla soruyor adeta. -Girişim-)
-Başörtüsünde mi?
A.H.-Haaa (evet anlamında.-Girişim-.)
-Nur Suresinde geçenler bana çok açık geldi.
A.H.-Yavrum, Türkçesinden bakmadın mı sen?
-Hayır Arapçasından baktım.
A-H.-Sen biliyor musun Arapçayı?
-Ben biliyorum. Bir de Teyzem var, onun da tercümeleri var...
A.H.-Eee, bir daha bakalım yeniden.
-Bakarım? insaallah.
İKİNCİ TELEFON GÖRÜŞMESİ
( Görüşmenin başında Adnan Hoca, cemaatten ayrılanları sert bir dille eleştirmekte, onları münafık tıynetli kimseler olarak suçlamaktadır. Bunun üzerine talebesi devreye girmekte ve konuşma şu minvalde sürüp gitmektedir.-Girişim-)
Konu: Mehdi ve Mehdi'nin Düşmanları
-Allah'ın rızasını gözettikten sonra Allah "tek başınıza da kalsanız bu işi yürütün" demekte...
A.H.-Göreceğiz bakalım, yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı? Sen de göreceksin, onlar da., (ayrılanları kasdediyor.-Girişim-)
-İnşaallah. Yani hepimiz beklemekteyiz zaten.
A.H.- Yok canım, bekledikleri falan yok. Sahtekarlık yapıyorlar onlar. O kafada olanlar sahtekarlık yapıyorlar. Mehdi falan bekledikleri yok. Öyle bir şeye inandıkları yok.
- Mesela Said Nıırsi'nin, üstadın kitaplarında Mehdi'nin gayet açıkça çıkacağını belirten delillerini gösterdiler bana.
A.H.- Yalan söylemektedirler, Üstad, İstanbul'da çıkacak demektedir. Tarih de vermiş. Mehdi çoktan çıkmış olması lazım. Ve Mehdi'nin en büyük düşmanı fukaha olacağı, softalar ve yobazlar olacağı rivayette belirtiyor. Ve Üstad'ın da en büyük düşmanı yobazlar olmuşlar ilk çıktığında. Burnundan getirmişler yobazlar. Aynı hareket, aynı tavır, aynı düşünce, aynı mantık, aynı yaklaşım... Arada hiçbir fark yok. Mesela, üç defa sarsılır diyor, üçünde de Mehdi'nin cemaatinde halis ve hakiki mü'minler kalır diyor rivayetlerde, (Kendi cemaatinden ayrılanları eleştirmek için kullanıyor bu mantığı, korkunç doğrusu. Girişim-) Onu da gördüler. Sen de gördün, onlar da biliyorlar. Cenab-ı Allah'ın hikmeti, Allah bu olayı tahakkuk ettirdi. Bir rivayetin daha çıkmış olduğunu gördük ayrıca. Ve yobazların Âl-i beyte düşmanlığı ünlüdür. Ta eskiden beri Hz. Hasan'ı, Hz. Hüseyin'i, Hz. Ali'yi yobazlar öldürmüşlerdir. Suçlamaları; Hz. Ali'nin, Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin'in dini kolaylaştırmasıdır. Bunların (Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin kasdediliyor. -Girişim-) şakacı, rahat, güleç yüzlü insanlar olmaları, Allah'ın Kur'an'ına göre hareket etmeleri, hadis kabul etmemeleri, bunların suçu budur. Bu yüzden bunlar öldürülmüşlerdir. (Korkunç bir yalan ve saptırmaca Örneği daha işte! Şimdi söyler misiniz, hangi tarih kitabında olay bu şekilde geçiyor? Herifçioğlu yobazlarla-gelenekçilerle fena halde kafayı bozmuş besbelli. Bu yüzden her türlü keyfi yorumu yapmaktan kaçınmıyor. Keyfi ve sorumsuz!-Girişim-) Aynı yobaz kafa yine hareket halinde. Ben kimseyi suçlamıyorum. Fakat yine tarih dönüyor, devran dönüyor, aynı hareket oluyor.
- Bir de şu var. Dün akşam siz derste söylemiştiniz ya, insanların çoğu inanmaz diye. Bakara 13'e baktım: "Onlara, insanların inandığı gibi siz de inanın denince, 'O beyinsizlerin inandığı gibi biz de mi inanacağız 'derler. De ki, asıl beyinsizler kendileridir. Ama bunu bilmezler."
Hadis Meselesi
A.H.- Tamam.. Şimdi Allah'ın kitabına göre hareket etmeyi istediniz mi, adam, Allah'ın kitabının dışında uydurma izahlara göre hareket ediyor. Bir milyon uydurma var diyor. Kimi beş bin tanesini seçiyor, kimi üç bin tanesini seçiyor. (Burada hadisleri kastediyor hazret.-Girişim-)
-Şimdi bir de Peygamber Efendimizin konuştuğu zaman vahiyle konuştuğuna dair şeyler var. Ama orada konuşma sırasında "merhaba, selam" diye değil de, mese!a "nutuk" diye geçiyor. NE-TE-KA kökü var
orada. Mesela "nutuk" sırasında vahiyle konuşması oluyor. Demek ki açıklanacak bir şey varsa Cenab-ı
Allah bunu Peygamberimize nutuk şeklinde vahiy olarak belirtmiş. Yani
bunun Kur'an'da illa da geçmesine gerek yok.
A.H.- Eee, peki, ama bu açık nutuklar nerdeymiş?
Bunlar zaten, diyor ki, "Peygamber size şahittir, sizler de diğerlerine şahitsiniz..."
A.H.- Yavrum, nerdeymiş bu hadisler peki?
-Hayır, bunlar uygulamayla geliyor hocam..
A.H.- Hahh hahhhahh., (Acaibu'l garaib bir gülümseme. Alaycı bir gülümseme.-Girişim-) Akşam geliyor musun sen?
Cemaatten Ayrılanlar ve Takiyye Meselesi
- Akşam ben size gelecektim. Hep beraber gelelim diye size teklif yaptım. (Ayrılanlardan bazılarını kastediyor. -Girişim-).
A.H.- Yok, ben onları bir kere sildim. Yani o adamlar anlamazlıktan gelmesinler. Esaslı bir oyunun içindeler, esaslı bir planlama yapılmış, tarihi çok eskilere dayanıyor ve kimlere bağlı olarak yaptıklarını bilmiyorum, ama bunu tarih gösterecek. Esaslı bir suikast. Direkt İslam'a, direkt cemaata karşı esaslı bir oyun bu. Bunda gaye, benim cemaatı bırakmam, cemaatın dağılması. Komünistlerin ve masonların yapamadığını bunlar yapmaya kalktılar. Allah ayaklarına dolandırdı. Olay bundan ibaret. Hayret edilecek bir şey. Aylarca sabırla hareket etmişler. Çıt yok. Yani karşımda çıtların çıkarmayanlar, kendi toplantılarında olmadık laf, olmadık hareket...
- Ben hatırlıyorum: Bir gün Z...'lan, bir gün bu kardeşleri dersten attıkları zaman, "artık bu mevzuları benle konuşmayın, kendi aranızda ne aparsanız yapın" demiştiniz. Hatla bize de derste, "Bu adamların böyle olması iyi. Gelenekçilere kargı bir antreman vesilesi oluyor" gibi izahınız vardı. Bunların suçu değil ki gizli gizli toplanmak...
A.H.- Yavrucuğum, antremansa, tartışılıyorsa tartışılır, her zaman için tanışılır. Ben nasıl gelenekte olan bir adamı kurtarmak için aylarca uğraşıyorsam... Senin için de aylarca uğraşmadılar mı?
Bunlar mı? Benim bunlarla aylardır alakam yok. Sadece bugün telefon ettim.
A.H.- Senin alakasız olduğunu biliyordum. Bana söylüyorlardı, ama ben önemsemiyordum. Duyuyordum...
- Ben bu adamlarla hayana görüşmedim yani. (Böyle konuşuyor ki Adnan Hoca'ya olan bağlılığının
sürdüğü anlaşılsın ve Adnan Hocanın daha açık konuşmasına imkan tanısın. Bunu beceriyor hakçası.
-Girişim-)
A.H.-Yavrum, adamlar kendileri söylüyorlar, "Bu işi aylarca organizeli yaptık" diye. Benim bu adamlarla kalkıp uğraşacak halim yok. Onlarla uğraşmamızın vakti, tslam hakim olduğu zamandır. Bülbül gibi konuşurlar o zaman. (Hep manevi tehditler ve korkulmacalar. Kendine basbayağı "büyük adam" süsü veriyor herifçioğlu. Onun belirgin hususiyetlerinden biri de bu işte. -Girişim-)
Peki ama. bu kadar ayrılanlar var, mesela otuz-kırk kişi. Onların vebali var. Mesela siz demiştiniz ki, "eğer bu adamlar samimi iseler önce kardeşlerinden başlasınlar.". Bizde eğer samimi isek önce kardeşleri
mizden başlamamız lazım. Mesela gidip biz Fatih Camiinde gelenekçilere gösteriş yapıyoruz, onlar gibi
görünüyoruz ki. onlar başımıza bela olmasınlar diye. Burada samimiyetsizce bir hareket var. Ben bu kardeşlerin çok samimi olduklarına inanıyorum.
A.H.- Hayır hayır.. Hz. Hasan'ı, Hz. Hüseyin'i, Hz. Ali'yi Öldürenler de yobazlardı. Ve onları sakinleştirmek için Hz. Ali birçok yöntem kullandı, Hz. Hasan da, Hz. Hüseyin de kullandı. Fakat onlar, aç-susuz bırakıp Kerbela'da öldürdü o zamanki yobazlar. Yobaz bir kere sinsidir. Hiçbir zaman için samimi değildir, iki yüzlüdür. Hiçbir zaman için halis hareket etmez. Bir kere Allah rızası değildir gayesi. Sırf hınç ve hırstır gayesi, intikam gayesinden hareket eder yobaz.
- Ama bunlar samimi oldukları için sizinle konuşmak istiyorlar. Siz eskiden söylüyordunuz, "önce cemaatı böleceklerine, sadece gelip benle konuşsunlar" diye.
A.H.- Yok kardeşim, bu iş bitti artık. Geriye dönüşü yok bunun. Ahirette intikamımı alacağım. Alabilirsem, Allah nasip ederse. Eğer Allah bana bir imkan verirse, konuşma imkanım olursa, yanlarına koymayacağım.
- Zaten onlar konuşma imkanı yaratmak istiyorlar. Gelip sizle konuşalım, cemaatı bölmeyelim diyorlar.
"Biz de Bir Mehdi Sayılırız."
A.H.- Yok yok yok. onlar yapacaklarını yaptı. Yani şu şeyden sonra artık dönüşü yok. Samimi olsalardı, onlar aylardan beridir yanımda kardeş gibi göründüler, yüzüme güldüler, akabinde sırtımdan vurmak için bu kadar plan, bu kadar proje. Allah'tan korksunlar. tasan bir yanlışlık varsa gelip anlatır. Mesela bir namaz konusunda, öbür fıkhi konularda... Alimleri alır getirir, Kur'an ayetlerini getirir, "bak abiciğim, burada bir yanlışlık var, işin doğrusu şudur" falan... Çıtlarını çıkarmadılar. (Ayrılanların bu konularda kendisiyle uzun boylu tanıştıklarını daha önce belirtmiştim. Hep aynı yalanın arkasına sığınıyor.-Girişim-) Ben, "Siz Kur'ana uyuyor musunuz?" diyorum. "Uyuyoruz" diyorlar. Dışarı çıkınca başka türlü söylüyorlar, alaycı bir üslupla. Hiç birinin Mehdi beklediği yok. Neyi beklediklerini de bilmiyoruz. Beklemelerini de zaten istemiyoruz.
- Şimdi onların kendi söyledikleri şu: "Biz Mehdi bekliyoruz, risalelerde de bu açıklanıyor...”
A.H.- Yavrum, samimi olsalar, üstad her yüzyılın başında Allah bir müceddid gönderir diyor.
- Onlar bekliyorlar. Mehdi, kendi Mehdi olduğunu söylemez, ama abi (A.Hoca kastediliyor. -Girişim-) aşırı derecede ima ediyor diyorlar.
A.H.- İma ediyor değil. Mehdiden başka zaten Mehdiyyet konusunu açıklayacak adam olmaz. Peki rivayet var. Mehdi'yi talebelerinin tanıyacağı belirtiliyor. Üstad diyor, onu nur-i imanından tanırlar. Nur-ı îman'dan tanır da o kendi kendini tanıyamaz mı? Tanıyacaktır. İş'âri manası bizde de var. Biz de bir Mehdi sayılırız. Biz de O'nun öncüsüyüz. Üstadda da iş'ari manası tahakkuk etmiştir. Millet Mehdi zannetmiştir üstadı. Belki kendi de kendinden şüphelendi.
- Mesela eğer hocam biz Mehdi'nin öncüsüysek, Kur'an'da hiçbir şey kalmadı, Mehdi'nin yapabileceği hiçbir şey kalmadı, sadece uygulama yapacak. Mesela Mehdi'nin ilminden bahsediliyor. Ve adaletinden bahsediliyor. Ben mesela orda A... ağbiye söylemiştim, sizin yaptı
ğınız hareketin adaletsizce bir davranış olduğunu. Mesela siz şimdi öyle söylüyorsunuz: Mehdi Arapçayı bilmiyor, bilmem ne. Bu tip şeyler de olması gerekir diye düşünüyordum.
A.H.- Yavrum, Arapça ilmi yok, ama üstad diyor ki, Mehdi bizzat kendisi araştırmaya vakit dahi bulamayacaktır.
- Ama biz de onu şöyle açıklıyorduk: Said Nursi açıklayacak, biz onları uygulayacağız.
A.H.- Yavrum, Said Nursi olsa, üstad diyor ki, "En büyük bir müceddid, en büyük bir müçtehid." Kendisini müçtehid bile saymıyor. Üstad, bütün mezhep imamlarının üstünde diyordu Mehdi için. Mehdi'nin bütün mezhepleri kaldıracağını söylüyor.
- O zaman Mehdi'ye hiçbir iş kalmayacak, gelecek başa geçecek, hemen herkesi şey yapacak yani...
A.H.- Hayır, hayır, Mehdi gelecek mücadele edecek, gericilerle mücadele edecek, yobazlarla mucadele edecek. Kur'an'da yobazlarla ilgili bir sürü ayet vardır. Kur'an'ı yetersiz görmeleriyle ilgili ayetler var. Derste açıkladım, izah ettim, devamlı izah ediyorum. Yobazlar için Kur'an, "Onları Kur'an'a davet ettiğin zaman onlar seni atalarına davet ederler" diyor. Ataya davet, yobazın genel vasfıdır. Mü'min direkt Kur'an'ı yeterli görür. Allah'ın ki tabi tıbyandır, açıktır, mufassaldır. Her-şeyi açıklamıştır Allah. Kur'an'ı eksik görmek, yetersiz görmek bir marifet değildir. Bu Kur'an'a bir hakarettir. Kur'an'ın eksikliğini ortaya koymak için aylarca uğraşıyorlar. Şimdi bak Haram aylarını soruyorlar. Altı tane ayet gösterdik. Mesele Muharrem, haram ay, adı üstünde.
- Peki bu Muharrem'den sonra ilk üçü nasıl teshir edildi o ayette?
A.H.- Mesela Hac ayı, aynı şekilde üstünde. Sonra İlkbahar, Sonbahar ayları dese. Biz İlkbahar ayının ne olduğunu bilmiyorsak, biz dünyada hiç yaşamayalım o zaman.
- Hayır, Muharrem haram aydır da, ondan sonrakilerini nasıl tesbit
ettiniz?
A.H.- Altı tane ayet var, açıklıyor. Ve ayetlerde ayların kendi üstünde isimleri var: Zilhicce, hac ayı; Muharrem, haram ayı... Kur'an'ın eksik ve yetersiz olduğunu ispat etmek için ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Yani dedirteceklerdir ki, "Kur'an eksiktir, yetersizdir. Binlerce, milyonlarca uydurma içerisinde din saklanmıştır. Bu milyonlarca uydurmanın içinden bulun." ("Milyonlarca uydurma" dediği, Peygamberin hadis-i şerifleridir. İlerde bu husus daha açık-seçik sözcüklerle gündeme getiriliyor hazret tarafından.-Girişim-)
Yine Namaz
- Peki "Salat" kelimesi namaz olarak geçiyor. Biz "dua" olarak
alıyoruz.
A.H.- Niye dua olarak alalım. Namazı açıklıyor Allah, rüku olarak, secde olarak. "Birinci rekattan sonra secde ederken diğer Müslümanlar gelsin" diyor. Allah, daha nasıl açıklasın?
- Ama mesela, dua olarak da alınabilir?
A.H.- Eee, dua olarak var, o şekilde de var. Ama namaz...
- Ama hangisini, hangi manayı alacağımızı bilmiyoruz ki.. Çünkü zaten secdenin nasıl bir olay olduğunu da bilmiyoruz o zaman ayetin hükmüne göre,
A.H.- Yavrum, "alınlarından secde izi belli olur" diyor. Demek ki, alın yere değiyor.
- Dua edilir, bir de rüku edilir, bir de secde edilir. Peki o aradaki şeyleri nasıl bileceğiz?
A.H.- Yavrum hepsi açık. Rüku da var, secde de var. "Onlar rüku ederler, secde ederler, kıyam ederler."
- Ama ayrı ayrı geçiyor bunlar. Mesela "namazı kılarlar, zekatı verirler, secde ederler." Başka bir yerde "rüku ederler," Namazdan ayrı olarak bunlar bahsediliyor. Namaz
da "salat" diye geçiyor. O zaman, "Dua ederler, zekat verirler ve secde ederler" diye geçmiş olur.
A.H.- Yavrum, namazda ama açıklıyor: "Secde ederken diğerleri gelip namaza devam etsinler. Ve namazı kısaltın" diyor. Yani harp halindeyken namazı kısaltın diyor, Bİ-rind rekatta iken diğer müslümanlar geliyor, secdede iken yetişiyor, ikinci rekatta da...
- O ayette de secdeden kalktıktan sonra değil, "secdeye durduğunuz
vakit arkadan ayakta beklesinler" diye geçiyor. Bizim yüzümüzde de secde izi yok yani. Öyle olsa belli olmamız lazım. Manevi bir şey demek ki bu secde izi.
A.H.- Yani alınların secdeye geldiğini gösteriyor. Yavrum, sen bana gel, izah et bunları. Telefonda ne izah edilebilir ki? Yani Kur'an'ın eksik olduğunu ispat etmeye çalışmak boşuna. Kur'an'ın yeterli olduğuna dair çok fazla ayet var. Allah'ın kitabına karşı savaş açmasın yani, boşuna uğraşmasın yani. (Talebesi, Kur'an'da geçen "salat" kelimesinden namaz gerçekliğini tam manasıyla anlamanın mümkün olmadığını, bunun için hadislere, yani Peygamber açıklamalarına başvurmak gerektiğini söylemek istiyor. Hazret ise, "milyonlarca uydurma" diyor ve bu şekilde bir Kur'an ve Sünnet anlayışına sahip olan Müslümanları, "Kur'an’ı eksik gören ve Kur'an'ın eksik olduğunu ispat etmeye çalışan" kimseler olarak suçluyor. Bu suçlamayı daha aşın sözcüklerle sonraki konuşmalarda da dile getiriyor,-G i r işim)
- Hayır, Peygamberin açıklayıcı özelliği var. Kur'an eksik değildir. Mesela, muhkem konular var, bir de ayetler üzerinde tartışılabilecek konular var. Cenab Hak diyor ki: "Bilgisizler bu ayetler üzerinde tartışırlar." Peygamberin bir açıklaması var...
"Hadis Olmazsa Kur'an Anlaşılmaz mı?
A.H. Yavrum, şimdi Peygamberin hadisleri olmazsa,o binlerce, milyonlarca uydurma olmazsa, sen Kur'an'ı okuyunca anlayamayacaksın öyle mi?
- Kur'an'ı anlamak değil. Kur'an anlaşılıyor zaten. Peygamberin açıklamasıyla beraber her şey yerli yerine oturuyor.
A.H.- Peygamberin açıklaması nerde? Milyonlarca uydurma var, hangisine kapılalım? Birinde "taşlayarak Öldürdü" diyor, (recm hadisine göndermede bulunuyor.-Girişim-) birinde "kan çıkınca abdest almıştı" diyor. Hangisine inanalım biz?
- Bir de diyor ki, "Peygamber size Kitab'ı ve Hikmet'i öğretti." Bu hikmet, övgülü sözle "nutuk diye geçiyorsa eğer, ayrı bir şey olması, Kur'an'ı açıklayıcı bir şey olması gerekiyor.
A.H.- Yavrum, Hikmet'in Kur'an olduğu gene Kur'an'da geçiyor. Yani Hikmet derken Kur'an kastedildiği belirtiliyor.
- O zaman Peygamber Efendimizin görevi, sadece muhitindeki yobazlarla falan uğraşmak.. Peki Kitap açıksa Mehdi'ye ne ihtiyaç var?
" Millet Kur'an'ı Yetersiz Zannediyor"
A.H.- Ama Mehdi Kur'an'a davet edecek. Millet, Kur'an'ı yetersiz zannediyor. Allah'ın kitabına karşı savaş açmış durumdalar. Allah'ın kitabının yetersiz imiş gibi göstermek için her biri ayrı görüş halinde, her biri ayrı ayrı dinler meydana getirmişler. Ayrı ayrı helaller, ayrı ayrı haramlar var. Her mezhebin ayrı helalı-haramı var. Bunun açıklığa kavuşması gerekir. Bunu Mehdi halledecek. Ben de Mehdiyim demiyorum. Ama bekliyorum. Onun bir Öncüsü olarak araştırmak incelemek hakkımız. Delillerini pek tabii ki araştıracağız. Körü körüne inanamayız, taklit edemeyiz. (Herifçioğlu sıkışınca mezhep taklitçisi olduğunu söylüyor. Ey aziz okuyucu, bu sözler hiç mezhep taklitçilerinin sözlerine benziyor mu? Biz benzetemedik de!-Girişim-)
"O Kadar da Ufak ve Boş Bir İnsan Değilim,"
A.H.- Sen şimdi nerdesin şu anda?
- G...'lardayım. Şimdi çıkacağız yani.
A.H.- Eee, atla gel buraya işte.
A...'lerle buluşacaktık İşte.
A.H.- A.'leri bırak sen şimdi. Ben onlarla alakayı kestim. Ahirette görüşeceğiz onlarla. Geri dönüşü yok onların.
- Ama ben onları çok samimi buldum..
A.H.- Yavruuum,(kızıyor-köpürüyor adeta.-Girişim-) ben on yıldan beridir bu işin içindeyim. O zaman sen başına geç, sen idare et bu kardeşlerini. Bu her insanın yapabileceği bir iş değildir. Bir bildiğim var ki yapıyorum. Yani o kadar da ufak bir insan değilim, o kadar da boş bir insan değilim yani. (Tekebbür, İblis'in ayağını Cennet'ten kesmişti. Bu sözler ve bu ifade biçimi, ne yalan söylemeli. İblis'in kibrini çağrıştırıyor . Besbelli, Adnan Efendinin de bir yerlerden ayağı kesilecek bu mantıkla. Bizden uyarması.-Girişim-) Ben onları sildim diyorum. Ama sen gel. Samimiysen, halissen, dürüstsen, hiçbir bağlantın yoksa; gizli bir çalışman yoksa, Allah'ın dinin yaymak için samimi bir insansan hemen atla gel...
- Ona bakarsak cemaatten atılması gereken bir sürü adam var yani.
"Kur'an'a Recm Ayeti Ekleniyor.."
A.H.- Atmak değil. Biz samimi ve dürüst olduktan sonra düzeliriz. Sinsi adamlar. Halis olmayan, gizli çalışan insanlar. Samimi olduktan sonra insan her türlü hatayı işleyebilir. Bunu gayet doğal karşılıyoruz. Hz, Yusuf da hata yapmıştır, Hz. Adem de hata yapmıştır. Bunların hepsine karşı Allah yumuşak ve latif davrandı.
Tevrat'ın hükmünden çıkardılar, şimdi de Kur'an'dan bir kısmını çıkardılar. Bir kısmını ekliyorlar. Recm ayeti ekleniyor. Bir kısım ayetler çıkarılıyorlar. Enva-i çeşit ilave yapılıyor. Bu çok sakat bir tavır. Samimi bir müslümanın yapacağı işler değil, bunlar. Halis olsunlar, içtenlikli olsunlar. Sinsice bir faaliyet var, akıl alacak gibi değil.
"Mehdi'ye Layık Olmayanlar"
- Ben sabah altıya kadar uyumadım zaten, bu olayları araştırdım.
A.H.- Cemaatın dağılmasından ne fayda umuyorsunuz, akıl alacak gibi değil.
- Cemaatı dağılmak mesele değil ki hocam. Bu adamlar hiçbir şey yapmasa bile ben tek başıma bir şeyler yapmaya devam edeceğim.
A.H.- Yavrum, herkes tek başına devam ettireceğim iddiasında.
- Eğer Mehdiyyete ve dünya hakimiyetine layıksak Allah bizi tutup getirecektir zaten.
A.H.- Layık değilseniz de ayıracaktır zaten.
- Layık değilsek de ayıracaktır. Allah'ın dininden ayıracaktır ama değil mi?
A.H.- Nasıl Allah'ın dininden uzaklaştıracaktır?
- Eğer Allah, İslamiyeıi hakim kılmaya bizi layık görmüyorsa, yani atar bizi dışarı.
A.H.- Niye atsın? Gaflet içerisinde kalırsınız, delalet içerisinde kalırsınız? Allah bir süre sonra tekrar kurtarır.
- Belki de öyle olacaktır. Ama layıksak gelecektir.
A.H.- Yavrum, rivayetlerde gördünüz, orda diyor ki, "Mehdi devrinde Medine üç defa sarsılır, ne kadar münafık varsa atar onları dışarı. Onlar kendilerinden ayrılanlardan dolayı üzülmezler. Onlardan ayrılanlar onlara zarar veremezler."
- O zaman ben yine şunu söylerim: Biz kendimizi ashab-ı kehf, siz
de Mehdi ima ediyorsunuz, herkese karşı. Cemaatte büyük bir enaniyet söz konusu. Cenab-ı Hak'tan büyük bir tokat yiyeceğiz yani. Allah'a karşı samimi olmak zorundayız.
A.H.- Yavrum, Allah, layık olmayanları atacağını Peygamber Efendimize belirtmiş. "Hakiki din Medine'de kalır" diyor. Münafık tıynetli kimdir? Sürekli yalan söyler, sahtekardır, iki yüzlüdür, gizli faaliyet yapar, sinsilikten hoşlanır, bozgunculuktan zevk alır, bölücüdür. Ayette diyor ki: "Kısa ve orta yolculuk olsaydı peşinden gelirlerdi. O uzun yol onlara uzak geldi..."
- Yol yani, Allah'ın yolu, Mehdiyyet yolu falan değil...
A.H.- Orda cihad diyor, cihad...
- Ben cihad edeceğim. Yol ne kadar uzun olursa olsun edeceğim,
A.H.- Yavrum, herkes cihad edeceğim diyor. Sen daha buradaki tertemiz müslümanlarla işbirliği yapmıyorsan, bunları sırtından vurmak için olmadık hareket yaparsan, sen dinsiz/imansıza ne anlatırsın?
- Ama adamlara (ayrılanları kastediyor.-Girişim-) hırsız dediler, karaktersiz dediler (hazretin çevresinde kalanlar diyor bunları.-Girişim-)... Temizlik buysa.. Küfürbazlık var.
Ben bunları her zaman uyarmaya çalıştım. Eğer onlar da layık değilse, onlar da cemaatten çıkarılmalıdır.
A.H.- Sahabe devrinde hırsızlık yapan oldu, fuhuş yapan oldu sahabelerden. Olmadık iş yapan oldu. Ama gene sahabiydiler. Ama Allah onların kalbini gene düzeltti. Tek özellikleri, Allah'ın Rasulüne karış sadık ve samimi idiler. (Adamlarının da herhalukarda kendisine karşı "sadık" ve "samimi" olmaları gerektiğini söylemek istiyor. Diğer hatalar mı? Onlar affedilir. Mehdilik meselesinde de hazret bu tür mukayeselere hep başvuruyor. Etkileyici bir taktik değil mi?-Girişim-)
- Samimi olmadıklarını mı söylüyorsunuz?
A.H.- Yavrum, yüzüme karşı gülüyor, arkamdan esaslı bir suikast, akıl alacak gibi değil.
- Sadece kendileri ayrıldılar, çekti gittiler.
A.H.- Allah yardım etmeseydi yavrum, onlar her şeyi mahvedeceklerdi.
- Eğer cemaat Mehdi'nin cemaatıysa, Allah'ın inayeti altındadır, hiçbir şey de olmaz,
A.H.- Yavrum, zaten temizlendi yani. Elhamdülillah o kadar temiz bir cemaat haline geldi ki! Yani rahat rahat konuşabileceğimiz içli dışlı adamlar kalacak.
- Yani üçte bir kalacak. Siz dün akşam söylediniz ya, üçte bir kalacak diye.
A.H.- Eğer hakikaten samimi ve halis isen gel konuşalım. Değilsen senden de ümidimi keseceğim.
- Ben suikast falan olduğuna inanmıyorum. Sadece kendi aralarında çekip gittiler yani.
-A.H.-Hem ne planla? Eğer o gün tutuklanmış olsaydı, o tuzağa düşmüş olsaydık, cemaat darmadağın olacaktı- (Hazretin bahsettiği tuzak şu: Beylerbeyi'nde bir akşam toplantı yaparlarken, öbür apartman sakinleri durumdan rahatsız olurlar ve polise şikayette bulunurlar. Polisin, apartmanın çevresini sardığını gören Adnan Hoca, bir yolunu bulup kurtuluyor. Yapılan baskında çok sayıda kimse yakalanıyor. Yakalananlar daha sonra serbest bırakılıyor. Adnan Hoca, bu ihbarın kendisinden ayrılanlar tarafından hareketini sabote etmek için yapıldığını iddia eder. Halbuki o akşam yakalananların arasında, bugün kendisinden ayrılan kimseler de vardır. Ama buna rağmen hazret bu iddiasını tam bir komplocu teoriyle çevresindekilere yayar. Özellikle bu iddia, kendisinden ayrılanları gözden düşürmek için bulunmak bir koz olarak kullanılmaktadır hazret tarafından.-Girişim-)
- O zaman bu adamlar yaptılar bu işi diyorsunuz?
" Gelenekçi-Tutucu-H u m e y n ic i Çevrelerin Saldırısı.."
A.H.- Bu adamlar değil. Bunların danıştığı, kafa aldığı adamların bağlantılı adamları bunlar. Oyunu hazırlayanlar onlar. Dergilerde aleyhimize yazılar çıktı. Birçok dergide, gelenekçilerin dergilerinde yazılar çıktı aleyhimize. Ne deccalliğimizi bıraktılar, ne bilmem neyimizi bıraktılar. Ve onlar (biz dergicileri kastediyor.-Girişim-) diyorlar: "Bize muntazam bilgiler geliyor cemaatten." Bak, adamlar bize dost göründüler, iş uygun bir safhaya geldiği vakit sırtımızdan vurmaya kalktılar. Suikast yapmaya kalktılar. Bak gelenekçi tutucu-Humeynici çevrelerin müthiş bir saldırısı var. Tek suçumuz, Kur'an'a dayalı olmak. Yani adam diyor ki; "Neden Kur'an'a dayanıyorsun, Kur'an eksiktir. Bu sözü demeyinceye kadar senin canını çıkaracağım." (Biz gelenekçiler, tutucular ve dahi Humeyniciler, hazret için böyle diyormuşuz ve en korkuncu da Kur'an'ı eksik ve yetersiz görüyor muşuz, hazrete düşmanlığımızın sebebi onun Kur'an'ı eksik ve yetersiz görmemesiymiş bizim gibi. Yalanın ve saptırmacanın bu kadarına da bilmem ne demeli?-Girişim-) Ben de diyorum ki: "Kur'an eksik değildir." Onlar da diyorlar ki, "Kur'an eksiktir." Ben diyorum ki, "Kur'an tibyan, açık ve Allah'ın bize açık bir nimetidir." Onlar da diyorlar ki, "Kur'an her yönüyle eksiktir. Rasulullah'dan iddia edilen milyonlarca yalanın içinden seç-beğen, istediğini al, ona göre yeni bir din kur."
"Kur'an'da Başını Ört Diye Bir İfade Geçmiyor ki..."
- Tesettür mevzuu çok açık mesela. O "hımar'da, "başları sona geçrilecek elbise" şeklinde İbranice'de belirtiliyor mesela.
A.H.- Yavrum, hiç sözlüğe baktın mı?
Baktım, özellikle haklım.
A.H.- Hangi sözlüğe baktın?
- İbranice-Türkçe sözlüğe baktım.
A.H.- Şimdi "hımarla” ilgili yirmi tane sözlük karıştırdım..
- O zaman hocam, yirmi tane mezhep çıkacak.
A.H.- Hayır yavrum, bütün sözlüklerde "hımar", "örtü" olarak geçiyor. Masa örtüsü için de "hımar" deniyor, başa alınan sarık için de "hımar" deniyor...
- Peki "cilbab" diye de geçiyor bir yerde.
A.H.- "Cilbab", kırk türlü örtü anlamına geliyor. En aşağı kırk tane.
- Hocam, o zaman yirmi ordan çıkıyor, kırk şurdan çıkıyor, bunun kombinezonunu alırsak yüz binlerce mezhep çıkması lazım.
A.H.- Hayır, mezhep çıkmıyor. Sen bu konuda biraz acelece hareket ediyorsun. (Cilbab'ı 'başörtü' şeklinde anladığı için böyle diyor.-Girişim-) Daha önce de söylemiştim: "Cilbab" geçen ayette illet var." Tanınmaları ve eza görmemeleri için daha hayırlıdır" diyor. Belirli bir zamana ve belirli bir olaya bakıyor. Açık bir olay olmuş, o olayı kaldırmak için bu ayet inmiş. Tek başına bu ayet başörtüsünü açıklayacak hükümde olmuyor. Yani illetli olduğu için. Gerekçe var çünkü. Belirli yönde bir olay oluyor, bu olayı kaldırmak için bir tedbir olarak iniyor bu ayet.
Mesela domuz etinde de pislik var. Ama şu anda teknoloji yoluyla temizlenmiş bir hayvan.
A.H.- Yavrum, anladım da... Birçok illetli ayet vardır Kur'an'da.
- O zaman tesettür ayetleri fazla gibi bir şey olması lazım.
A.H.- Hayır... O Nur suresi'ndeki ayetler açık, çünkü illetli ayetler değil. Mü'min kadınlara tavsiye var: "Göğüslerinin üstüne başörtülerini salsınlar.."
- Anladım ne demek istediğinizi.. "Hımar", başörtü şeklinde geçiyorsa, başörtü de örtüdür.
A.H.- Yavrum, başörtü diye bir-şey yok. "Hımar" önü, başı örten anlamına da geliyor.
- Başörtüsü anlamında da var hocam.
A.H.- Yavrum, başörtü anlamına geliyor, sarık anlamına geliyor, masa örtüsü anlamına geliyor..
- Tamam o zaman biz de o anlama alabiliriz mesela..
A.H.- Yavrum, "göğsünü ört" diyor, "başını ört" diye bir ifade geçmiyor ki orda. Yani öyle bir şey denmediği halde onu farz diye ortaya koyarsak manevi bir mesuliyeti olmaz mı? Ya yoksa. Öyle değilse?
- Olsa da birşey olmaz zaten. Fazladan bir şey gelmeyeceğini siz söylemiştiniz.
A.H.- Biz de fazla bir şey demiyoruz, örten örtsün diyoruz. Farz diye ortaya çıkmayız diyoruz. Örten örtsün dedik. Bir engel koymuyoruz ki. Başını örtenin başörtüsünü çekip çıkarmadık ki.. (Bu ifadeler hazretin başörtü konusunda nasıl düşündüğünü açık-seçik ortaya koyuyor. Başını örtenlere karışmıyormuş .onların başörtüsünü çekip çıkarmıyormuş! -Girişim-)
- Ama zorlama hareketler var. A.. için mesela, "Altında kot, başında çaput dolaşıyor, tebliğ yapmıyor" dediniz. Ama ben hatırlıyorum: Önceden de A.,'ya , "sen tebliğ yapma, otur evinde' diye izahatlarda bulunmuştunuz.
A.H.- Yavrum, bak samimi değilsin işte. Samimi olsan böyle konuşmazsın. Ben A.'ya, "Bebek'teki kahveye gelme, plajlara gelme" dedim.
- Başka yerde tebliğ yapılmıyor ki zaten hocam. Evine götürmesi lazım o zaman.
A.H.- Yavrum; Kur'an'a dönüş var. o görüntüden, zevahirden etkilenen maneviyat maneviyat değildir. Allah, "sizin zahirinize bakmaz, kalplerinize nazar edecektir" diyor. Bak kalpleri düzelmediği için sakatlandı adamlar. Zahire göre olmaz, kalbin düzelmesi gerekiyor.
"Namazın Beş Vakit Olduğundan Emin misin?"
A.H.- Namazın beş vakit olduğundan emin misin?
Vallahi Eminim.
A.H.-.Nerden çıkardın? O delilini bana bir anlat bakayım...
- Tarafeyn mevzuundan çıkıyor...
A.H.- "Tarafeyn"den ne çıkıyor?
Gündüzün iki tarafı diye çıkıyor.
A.H.- Gündüzün iki tarafı ne demek?
- Gündüzün iki tarafını; sabah ve ikindi diye aldım. Bîr de gecenin yakın olan bir vakti. Bu da akşam vakti olmuş oluyor.
A.H.- Evet, tamam, üç vakit olmuş oluyor.
- Bir de arkasından Bakara 238. ayetinde geçen "T" harfi var. Bu "T" harfi, yukarısı açık şekilde geçiyor. Bu en az iiç vakte işaret ediyor,
A.H.- Nasıl oluyor bu "T" harfi?
- Ondan sonra "salavat" diye geçiyor. Bütün alimler, bu salavaf'ın
en az üç olduğunu söylüyor/ar.
A.H.- "Nerde "salavat" diye geçiyor yavrum? (Bakara 238. ayette "salavat" geçtiğini bilmeyen adam, kalkmış boyundan büyük işlere kalkışıyor. Neymiş, öyle "ufak ve boş adam" değilmiş! Hadi ordan sen de!-Girişim-)
- İlk önce "salavat" diye geçiyor. "Namazlara dikkat edin" diyor ve özellikle "orta namaza dikkat edin" diyor ve orda da "salavat" diye geçiyor. "Orda "T" kapalı..
A.H.- "Salavat" mı? Nerde "salavat geçiyor?
- Bakara 238. ayette. Orda ilk T" ve ikinci "T'ye dikkat edilmesi lazım, ilk "T'nin üstü açık, ikinci "T'nin üstii kapalı ve yuvarlak şekilde. Hud 114 var, İsra 78. ayet var, bir de Taha 130 var. Bence beş vakit çok açık. Bunu yazılı hale getireceğim ve öncelikle size anlatacağım.
A.H.- Peki bunu anlayınca ne değişecek sende? Farzedelim ki üç vakit olduğunu anladın veyahut beş vakit olduğunu anladın da biz değişmedik. Ne değişir sende?
- Hiçbir şey fark etmez. Eğer doğrusu buysa cemaat tekrar beş vakit
kılmaya başlar. (Bu açık sözlerden de anlaşılıyor ki, Adnan'ın cemaatı beş vakit değil, üç vakit namaz kılıyor. -G rişim-)
Saturday, January 13, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment