Saturday, January 13, 2007

Basında Adnan Oktar (Harun Yahya - Adnan Hoca) : Basında geçen haberler

BASINDA ADNAN OKTAR ( HARUN YAHYA - ADNAN HOCA) :
ADNAN OKTAR İLE İLGİLİ
BASINDA GEÇEN HABERLERDEN BAZILARI


Şok eden itiraflar - Hürriyet Gazetesi
http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/00/01/12/turkiye/01tur.htm

Hoca’nın müridi de çürük çıktı - Milliyet Gazetes
http://www.milliyet.com.tr/2000/02/19/haber/hab08.html i

Adnan Hoca Yine Sahnede! - Vatan Gazetes
http://www.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=haberdetay&tarih=17.10.2005&Newsid=62568&Categoryid=1

Adnan Hocacılar davasında Ebru Şimşek’le Fatih Altaylı kaldı - Hürriyet Gazetesi
http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=287323

Zaman Böyle aşıldı - Milliyet Gazetesi
http://www.milliyet.com.tr/2005/11/30/guncel/gun00.html

Oktar için ailelerini suçladılar! - Radikal Gazetesi
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=202090

Çocuklarımın beynini Adnan Hoca yıkadı - Milliyet Gazetesi
http://www.milliyet.com.tr/2006/10/15/yasam/ayas.html

Adnan Hoca istesin kızım beni de vurur! - Sabah Gazetesi
http://www.sabah.com.tr/2006/10/20/gun106.html

Adnan Oktar beyin yıkıyor - Takvim Gazetesi
http://www.takvim.com.tr/2006/10/14/gnc157.html

Adnan Oktar bana 5 çocuk, 2 torun borçlu - Hürriyet Gazetesi
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5299638.asp?m=1&yazarid=12&gid=112&srid=3428&oid=2

''Oktar Babuna:'' "Adnan Hoca'nın arkadaşı olmak bana gurur verir"
- Sabah Gazetesi
http://www.sabah.com.tr/2005/04/27/cp/gnc109-20050417-102.html

Adnan Hoca'nın deliliği tescillendi - Sabah Gazetesi
http://arsiv.sabah.com.tr/1999/11/20/g07.html

Adnan Hocacılar'ın sevişme kuralları - Sabah Gazetesi
http://arsiv.sabah.com.tr/2000/01/14/g07.html

Bu maskeyi kaldıralım - Radikal Gazetesi
http://www.radikal.com.tr/2000/01/06/yorum/bu.shtml

Adnan Hocacılar'a yanıt - Sabah Gazetesi
http://www.sabah.com.tr/2006/07/24/gnd116.html

Cevat Babuna:Bunların en iyi yöntemi şantaj yapmak - Sabah Gazetesi
http://arsiv.sabah.com.tr/2006/11/02/gnd130.html

DGM'de yargılanan Adnan Hocacılar mecliste kulis yaptı - Sabah Gazetesi
http://www.sabah.com.tr/gnd124.html


.

Harun Yahya veya Adnan Oktar: Beklenen Mehdi?

Adnan Oktar'ın bir fotoğrafı


HARUN YAHYA VEYA ADNAN OKTAR ; BEKLENEN MEHDİ?




Araştırmacı - Yazar Edip Yüksel, eski arkadaşı "Adnan Oktar (Harun Yahya - Adnan Hoca)"yı anlatıyor!..



Edip Yüksel


Çeviren: Gökhan Aycan



Aşağıdaki yazı genelde kişisel bir eleştiridir. Ancak kişisel eleştiri kişisel iddilarıyla karizması etrafında mürit toplayan birilerine yönelik bir tartışma ile ilgili ve doğru olduğundan ad hominem (mantık ve objektif gerçekler yerine bir şahsın duyguları ve kişisel duyarlılıklarına yönelmek) diye anılan mantıksal hatayı işlemiyorum.

Daha sonraları Harun Yahya mahlasını alan Adnan Oktar 1980'lerin ortalarında öğrencim idi. İlk tanıştığımızda ben ünlü bir Sünni yazar ve politik eylemciydim. O ise Kürt Molla Said Nursi'nin kitaplarından etkilenen adı duyulmamış muteassıp bir Sünni idi. O sıralar kitaplarım baskı üstüne baskı yapmasına ve yüzbinlerce okuyucum olmasına rağmen kendime ait özel bir grubum yoktu. O ünlü değildi fakat üniversite öğrencilerinden birkaç düzine müride sahipti. Yirmilerinin sonlarında, üniversiteyi bırakmış, Ortaköy�ün orta sınıf bir mahallesinde annesiyle birlikte yaşayan bir işşizdi. Siyah uzun bir sakalı, yumuşak bir ses tonu, güler bir yüzü, çocukça şakaları ama en önemlisi hayali görevi için güzel hesaplanmış bir planı vardı.

Adnan mistisizm ile bilimsel retoriği birleştirip seçkin sınıfın çocuklarına korkutmadan modern bir biçimde sunuyordu. Zarif ve şehirli bir Said Nursi idi. Sakalsız Said�in aksine şık ve bakımlı sakaldan hoşlanıyordu. (bıyıklarını kısaltıp saçlarını tıraş ederek Fransiskan keşişlerine benzeten dinadamlarinin sakalından çok Avrupali sanatçılaran sakal stilini benimsemişti). Bu büyüsel bir çözümdü. Kendisiyle öğrencileri arasındaki mesafeyi her zaman korurdu ve onlardan sadece 7-10 yıl büyük olmasına rağmen onlara baba gibi davranirdi. Genç öğrencilerinin başını okşar ve onları görev için çalışmaya teşvik ederdi. Onlar ise bu hoş ve korumaci ilgiden haz alırlardı. Üniversite öğrencilerini, özellikle de zengin ailelerin yakışıklı çocuklarını hedef almıştı. Birbirlerini dairenin içine çekmekteydiler.

1986�da askerlik görevimi Samsun�da yaparken Rashad Khalifa ile haberleşmeye başlamıştım. Birkaç ateşli mektuplaşmadan ve tarihsel bir öneme sahip kitabı �Kuran, Hadis ve İslam�ı okuduktan sonra 1 Temmuz 1986'da dinimi sadece Allah�a özgülemeye karar verdim. Bu inancımı Adnan Oktar da dahil olmak üzere yakın arkadaşlarımla paylaştım. Yeniliğe açıktı. Periyodik olarak bana sorular sorar ve benden aldığı bilgileri müritlerine aktarırdı. Görüşmelerimizi müritlerinden gizli tutmaya çalışıyordu. O zaman bunun nedenini bilmiyordum ve pek de önemsemiyordum. Tarzımı çok cüretkar ve kültürümü fazla köylü bulduğunu düşünüyordum. Haklıydı. Politik ve dini konularda tartışırken karşımdakinin giyimi, zenginliği veya kişisel duygularını pek umursamazdım. Geçmişe baktığımda bu gizliliğin arkasındaki gerçek nedeni görüyorum: Varlığımın onun karizmasını tehlikeye atacağını ve izleyicileri üzerindeki etkisini azaltacağını düşünüyordu. Özel bir bilgi veya Tanrı�dan ilham aldığını düşünmelerini istiyordu. Arapça bilmemesine rağmen soru soramayan saf takipçilerini kandırabilecek ve çok şey bildiği izlenimini verebilecek kadar zekiydi. Beni görevi için muhtemel bir rakip olarak görmekteydi.

Daha sonra anladım ki mesaja olan ilgisi gerçeği bulmak için yapılan felsefi bir araştırmadan ziyade politik hırsından kaynaklanan pragmatik bir stratejiye dayanmaktaydı. Bu yöntemle, hadis ve sünnet öğretileriyle kutsanan orta çağ Arap kültürüne zıt modern hayat tarzı ve kültürüne sahip varlıklı ailelerin çocuklarını çekebileceğini düşünmüştü. Pahalı kıyafetler giyen yakışıklı çocukları grubuna katmayı kafasına takmıştı. Fakir insanlara ilgisizdi.

Niyetini ve beklenen MEHDİ olduğuna katılaşmış inancını öğrendikten sonra 1988 veya 1989 yılında kendisiyle olan ilişkimi kestim. Bu olaydan bir süre sonra Sünni köklerine ve pazarına geri döndü. Gerçek yüzünü ortaya çıkarabilmek için son görüşmelerimizin birini gizlice kaydettim. Fakat daha sonra bunu açıklamaktan vazgeçtim. Davranışımın gizliliği beni rahatsız etmişti. Kaseti eski öğrencilerinden Mustafa Şahin ve eşi Yelda'ya verdim. Ancak göç etmeye zorlanmam ve Amerika�da yeni bir hayata başlamamdan sonra kasetin Mehmet Metiner yönetimindeki İslamcı bir dergi olan Girişim�e verildiğini öğrendim. Dergi, konuşmanın kaydını Sunni Müslümanları Adnan�ın Makyavelist politikası hakkında uyarmak için yayımladı. Konuşmada, bazı varlıklı İngiliz Müslümanlar üzerinde etkili olan Kıbrıslı Şeyh Nazım ile işbirliği halinde olmasından dolayı azarlıyordum Adnan'ı. İlişkisini Nazım�ın nüfuzunu kullanmaya dayandırarak özür diler bir tavırla haklı çıkarmaya çalıştı. Dürüstlüğün Müslüman olmanın gerekli bir özelliği olduğuna inancımdan dolayı onu böylesi taktikler konusunda uyardım. Bu konuşmanın yazıya dökülmüş halini http://harunyahya-adnanoktar.blogspot.com/2007/01/adnan-oktar-adnan-hoca-harun-yahya-ile.html sayfasında bulabilirsiniz. Bu konuşmanın komik bir bölümü Adnan Oktar'ın yeni üye bulmak için kullandığı çocuksu taktikleri ortaya çıkarmaktadır. O bölümde onu varlıklıları seçtiği için eleştirmekteydim. (Yazıda Adnan Oktar ismi Adnan Hoca�nın kısaltması olan A.H. ile belirtilmiştir.):

A.H.- Mesela bir gömlek alıyo­ruz, beş misli fazla veriyoruz. Adam gömleği görünce peşimizden geliyor.

E.Y.- Yahu, anladım da böyle bir gömlek görüp de gelen bir insan, bir başka gömlek görünce kaçar.

A.H.- Kaçamıyor, kaçamıyor...

Normal olarak Adnan�ın benimle olan gizli ilişkisinin ve Sünni liderlere karşı ikiyüzlülüğünün ortaya çıkarılması onun da benim gibi saldırıya, tehditlere ve aforoza hedef olmasını gerektirirdi. Skandala rağmen şaşırtıcı bir şekilde Adnan Sünni pazarda yükselen bir yıldız olmaya devam etti. Bir zamanlar takipçilerine Mustafa Kemal Atatürk�ün beklenen DECCAL olduğu öğretmiş daha sonra ise politik nedenlerden dolayı onu büyük bir kahraman ilan etmişti. Şu anda ikili bir oyun içindedir: Türk oligarşisini yatıştırmak için Atatürk-perestliği kullanmakta ve Müslümanları sömürmek için dolaylı olarak Atatürk�ün deccal olduğu mesajını vermektedir. Günümüze kadar bu ikili oyunu gayet başarılı bir şekilde oynamıştır. Adnan defalarca çelişkili duruma düşmesine rağmen 1980 başlarından beri değişmeyen en önemli inancı �Adnan Oktar�ın beklenen MEHDİ� olduğudur.

Onu "sadece Kuran" mesajı doğrultusunda ikna etmeye çalıştığım zamanlarda Mehdi hakkındaki hadisler dışında hiçbir geleneksel Sünni öğretide ısrar etmemiş ve hatta hiç savunmamıştı. Bu konuda bir uzlaşmaya varma çabası ilginç ve komikti. Sadece Kuran görüşünü beklenen Mehdi inancı ile birlikte kabul etmesini onaylamami bekliyordu. Ona beklenen Mehdi ile ilgili hadislerin hadis uzmanlarının gevşek standartlarına göre bile uyduruk ve güvenilmez hadisler sınıfında olduğunu, bunların Emevi ve Abbasi sultanlarının çıkarları doğrultusunda uydurulduğunu anlatmaya çalıştım. Ona göre Mehdi (yani onun liderliği) en önemli konuydu. Masonlara ve Siyonistlera karşı yayınları, ün ve popülaritesini arttırmak ve sonunda da görevini dünyaya duyurmak için oluşturulmuş bir stratejiden başkası değildir. Tarikatının çalışma şekli, varlıklıları hedeflemesi ve onların kaynaklarını kullanması açısından Moon ve Scientology tarikatlarına benzemektedir.

Birbirimizle hapiste de karşılaştık. 3 Aralık 1986�da best-seller kitabım İlginç Sorular-1 de yer alan düşüncelerimle Türkiye�de teokratik bir devrimin gerçekleşmesini sağlamayı savunan çalışmam nedeniyle ikinci defa mahkum edilmiştim. Bu kitabı Sunni İslam�dan tektanrıcı islama geçmemden önce yazmış olmama rağmen aşırı devrimci ideolojimi yansıtmamaktaydı. Daha ziyade hafif ipuçları ve kinayeler bulunuyordu. Fakat bu kadarı bile devletin beni mahkum etmesi için yeterliydi. Ne de olsa (yaşadığım radikal dönüşümden habersizdiydiler) açık ve gizli politik eylemlere katılmamı engellemeye çalışıyorlardı.

Adnan ile cezaevi revirinde de karşılaştım. Oraya beni kitaplarımdan ve konferanslardan tanıyan bir doktor tarafından götürüldüm. Hüküm giymiş katiller ve hırsızlar ile dolu kalabalık koğuştan kurtarmak istemişti beni. Adnan da oradaydı ama çok farklı bir nedenden dolayı... Askerden kurtulmak için tıbbi rapor almaya çalışıyordu ve bu nedenle paranoid şizofren gibi davranıyordu. Bu bir ironiydi. Gerçekten de akıl sağlığı bozuktu; anılsamaları olan bir megalomanyak idi. Ne var ki başka bir hastalığı kurnazca taklit etmekteydi. Başarmıştı; askerlikten kurtuldu ve o günden beri akli kapasitesi yeterli olmadığından cezai sorumluluktan muaftır. Böylece cinsel taciz, dolandırıcılık, iftira, şantaj ve diğer suçlardan kurtulabilmektedir. Adnan Mehdi olarak bir mucize gerçekleştirmiş ise o da budur: Resmi olarak akıl hastasıdır ve teflon gibi cezadan muaftır.

Adnan akademik standartlara göre zayıf olmasına rağmen yetenekli bir insan kullanıcısı, sabırlı ve becerikli bir takım lideridir. Büyük bir misyon için seçilmiş bir lider imajını çeşitli etkin psikolojik yöntemler ve pazarlama numaraları kullanarak göstermeye çalışmaktadır. Yakında tüm dünyayı yöneteceğinden ve onun şanslı ve güçlü yardımcıları olacaklarından ona katılmaları saf ve genç öğrencilerin çıkarınadır. Tarikat ayrıca zengin ve nüfuz sahiplerinin çocukları için masonluk örgütü gibi kutsal bir kulüp sunmaktadır; ikinci el kızlar ise ek faydasıdır. Müritler bu avantajlara karşılık özgürlüklerini ve benliklerinin bir kısmını kaybederler. Nitekim, milyonlarca insanın bir tarikat veya dini organizasyona katılabilmek adına bu kıymetli haklarından ve değerlerinden vazgeçmeye hazır olduklarını bilmekteyiz. Verdiği zafer tarihlerinin bir kaç defa ertelenmesine rağmen, kim tüm dünyanın epeydir beklenen şanlı bir yöneticisinin sekreteri veya sözcüsü olmak istemez? Zafer 1999�da olmasa da 2005�te veya 2014�te gelecektir. Yehova Şahitleri dünyanın sonunu bir yüzyıl içinde birkaç kere ertelemişlerdir ve bildiğim Adnan onlardan daha az yetenekli değildir. Ölümünden sonra takipçileri Mehdi ordusununun şevkini dünyanın sonuna kadar götürmeye yetecek deneyimi kazanacaklar! Zengin, eğitimli ve sadık tarikat üyelerinden oluşan, kes ve yapıştırda, kırpma ve biçim vermede, çalıntı parçaları yapboz gibi bir araya getirmede uzman ve bunları kitleye liderin ismi altında cömertçe sunan bir kaç yüz kişilik bir ordu, evet böyle bir ordu güçlü bir kuvvettir. Fakat Mehdi�den sonra liderlik için kutsal bir kavgaya girme riski her zaman için var olan bir ordu.

Adnan�ın benimle olan ilişkisi Türk medyası, kitapları ve dergilerinde makale ve politik analizlerin konusu oldu (örneğin Ruşen Çakır�ın Ayet ve Slogan�ı), sıkça tekrarladığı dönüşleri Hürriyet, Milliyet, Radikal ve Sabah gibi gazetelerde belgelenmiştir. Birçok takipçisi hayal kırıklığıyla onu terkettiler fakat her seferinde Mehdi�nin yakın yardımcıları olarak dünyayı yönetmeye hazır saf gençleri kendi safına çekerek tarikatının kan kaybını karşılayacak yeni müritlerle tazelemeyi başardı. Eski takipçileri, mafyavari yöntemler dahil çeşitli yollarla korkutulmaya ve şantaja maruz kaldılar. Gizli operasyonları ve yanlış bilgilendirme kampanyalarıyla profesyonel bir haberalma örgütü gibi çalışmaktalar. İstediklerini şantaj, iftira ve hakaret yoluyla elde etme alışkanlığı başlarının bir kaç yıl önce üst düzey Türk politikacıları ile derde girmesine neden oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, Adnan mucizesini gerçekleştirdi; akıl hastalığını belgeleyen tıbbi raporu sayesinde sadece askerlik hizmetinden değil ama aynı zamanda hakkında açılan davalardan da kurtuldu.

Adnan�ın ne fende ne de dinde resmi bir eğitimi yok ve kendi mahlasını taşıyan yazılı ve görsel malzemede ele alınan konuları derinlemesine anlayabilecek yetkinliğe de sahip değil. Bundan dolayıdır ki kendisini halk önünde uzmanlarla tartıştığını göremezsiniz. Bir tek tartışma programı onu Çıplak Kral�a çevirmeye yeterli olacaktır. Bu yazıyı kendisine karşı bir meydan okuma olarak dikkate alabilir: Onunla televizyonda canlı yayında her zaman tartışmaya asıl kimliğni kamuoyunda ifşa etmeğe hazırım.

Adnan aracılar kullanır ve herşeyden kendisine pay çıkarır. Tıbbi raporunu kullanır ve suçlamalardan kurtulur. Adnan Oktar�dan yani Tanrı�nın iki elçisi Harun ve Yahya�nın isimlerini sömüren bu adamdan öğrenilecek çok şey var! Genelde eğitimli ve zengin, ancak saf olan müritleri çoğunlukla batılı bilimadamları ve sanatçılardan çalıntı yazı ve videoları hazırlamak için gece gündüz çalışmaktalar. Sonunda ise işbirliği ile oluşturulmuş bu alıntı ve çalıntı eserlere Harun Yahya ismi yapıştırılmaktadır. Dolayısı ile Harun Yahya Adnan Oktar�ın kişisel gündemini artıran yapay bir markadır. Örneğin, 1990�larda Harun Yahya ismiyle çıkan kitapların çoğu o zamanlar Cavit Yalçın mahlasını kullanan eski takipçisi Metin Kımıldar tarafından yazılmıştır. (Şimdi neredesin Cavit Yalçın?! Mahlasını Harun Yahya�nın web sayfaları için bir portal olarak mı kiraladın, yoksa o senden alındı mı?)

Mehdi (Mesih�in Sünni ve Şii kopyası) olduğuna kuvvetle inanan Adnan güçlü bir karizmaya, kolay aldanabilen sınırsız bir zengin insan havuzuna, ve müritlerinin aparıp derlediği çalışmalarıyla kolayca etkilenebilen milyardan fazla bireyden oluşan bir pazara sahiptir.

1990�lardan önce onu tanıyan biri olarak onun karmakarışık cinsel ilişkilere düşkünlük gösterebileceğine inanamamıştım. Ne de olsa o zamanlar dindar bir Sünni olarak kadınlarla olan ilişkilerinde son derece titizdi. Kadınlarla tokalaşmazdı bile. Ancak, Türkiye'de yayımnalan gazate haberleri ve eski müritlerinin itiraflarını bakılırsa zamanla evrim geçirdi ve değişti. Çevresindeki kadınlara cinsel tacizde bulunması ve ondan kaçanların açıklamalarıyla sık sık Türk medyasında yer almaktaydı. Kendisinden ayrılan eski müritlerin itiraflarına göre tarikatındaki bütün kadın üyelerle cinsel ilişki kurma hakkı olduğunu iddia etmektedir. Hatta bu kadınlar için bir de isim uydurmuş: MOTOR. Bildirdiklerine göre, kız arkadaşlarının ilk kez gizlenen mehdi tarafından tadılması erkek müritlerce bir iltifat olarak değerlendirilmektedir.

Yeni üyeler kazanmak ve markasını pazarlamak için seks, para, popüler semboller ve ünlü şahıslar kullanmaktadır. Fakat en önemli araç aldatmadır, ancak bu aldatmayı "erdemlice" yapmaktadır, yani iyi bir amaç için! Aldatma propagandasını, mezhepler tarafından suistimal edilen Kurandaki TAKİYYE kavramı ile haklı çıkarmaktadır (bu "kutsal ikiyüzlülük" Şii mezhebinin inanç sisteminin bir parçasıdır!). Adnan, Reşad�ın elçilik iddiasını ve Resul ile Nebi tanımları ile ilgili argümanını öğrendikten sonra elçi olduğunu varsaydı ve bu inancını yakın çevresiyle paylaştı. Daha sonraları, milyar-kafalık Müslüman pazarına ulaşabilmek için Mehdi olduğuna dair özgün iddiasına geri döndüğü anlaşılıyor. O pazarda milyonları kemiklerine kadar sömürebilirdi. (Fakat, Harun Yahya ismini seçmesi elçiliğine olan inancının bir belirtisidir. Neden? Bir ipucu: Kuran hakkındaki cehaletinden dolayı Harun�a kitap verilmediğini düşünmektedir; böylece ona göre Harun nebi değil elçidir!)

Ataları Ebu Hureyre ve türdeşleri tarafınca aldatılmış modern Müslümanların da bu tarikat lideri tarafından aldatıldığını görmek üzücü. Muhammed�e yakıştırılan hadis kitaplarının son derece rağbet görmesi gibi Adnan'a yakıştırılan derleme kitap ve videoların Müslüman kitapevlerinde rağbet görmesi de üzücü. Bu kitap ve videoların çoğu batıdan çalıntı, doğru ve yanlışın iç içe geçtiği derlemelerdir. Evrim teorisinin cahilce eleştirilmesinde olduğu gibi gerçek bilim sahte bilimle harmanlanıyor. Mehdi�nin kimliği ve maceraları gibi uydurma hadisler ile Kuran�ın mesajı karıştırılıyor.

Tarih boyunca hayalperest kişilerin saf insanlar arasında kazandığı popülariteye ve başarıya baktığımızda, bu adamın popülaritesi ve başarısı bir sürpriz değildir.






ADNAN OKTAR (Adnan Hoca-Harun Yahya) İLE EDİP YÜKSEL'İN GİZLİ KASET ÇÖZÜMLERİ

ADNAN OKTAR (Adnan Hoca-Harun Yahya)
İLE EDİP YÜKSEL'İN GİZLİ KASET ÇÖZÜMLERİ




Edip Yüksel- Adnan Oktar (1989)

Edip Yüksel, Adnan Oktar ile görüşmelerinden birini gizlice kasede aldı. Nam-ı meşhur Adnan Hoca ya da Harun Yahya' nın ne denli kendi et­kisi altında olduğunu, ilerde lazım olur diye belgelemek için görüşme­lerden birini banda alma İhtiyacı his­setmiş olabilir Edip Yüksel. Bir nüs­hasını ele geçirdiğimiz kasette Ad­nan Hoca, Edip Yüksel’in izahlarını ve fikirlerini tasdik eden bir insan konumunda. Hoca-talebe arasında geçen konuşmayı andırır söz konusu görüşme, her bakımdan İlginç ve dü­şündürücü. Adnan hoca, savunduğu görüşlerinin hemen bütününe yakı­nını Edip Yüksel'den almış besbelli. Edip Yüksel'e büyük bir ta'zim ve saygı gösterdiği ses tonundan anla­şılıyor. Edip Yüksel, konuşmasının bir yerinde, Adnan Hocayı bir tek Mehdilik saplantısından kurtarama­dığını vurguluyor. Konuşmanın bir yerinde Edip Yüksel, Adnan Hoca'ya, "savunduğun görüşleri Reşad'dan (Reşad Halifeyi kastediyor) aldığın halde niçin kaynak göstermiyorsun?" diye soruyor. Adnan Hoca ise cevab olarak şöyle diyor: "Cemaattan arkadaşlar biliyorlar za­ten." Nitekim yayınladığımız bö­lümlerin birinde Adnan Hoca, Reşad Halife'den hangi konularda feyiz al­dığını bir biçimde belirtiyor. Bu ala­kanın altını çizmek gerekiyor. Bu­gün geldiği noktada Edip Yüksel'i eleştiren Adnan Hoca'nın nasıl Edip Yüksel'in bakış açısına ve görüşleri­ne yaslandığını bu kaset bütün açık­lığıyla ortaya koyuyor. Söz konusu görüşmenin bazı bö­lümlerini aynen sunuyoruz.-Girişim-


Reşad Halife'den Feyizlenme

Adnan Hoca- Allah kendisinden ra­zı olsun. Şimdi onun (Reşad Hali­fe'den bahsediyor.-Girişim-) Cuma namazı fikri çok güzel. Hayız mese­lesi vardı, onu araştırdık. Hani ayet­te diyor ki: "Orda temizlenmeyi se­ven mü'minler vardır. Allah temiz­lenmeyi sever..."

Edip Yüksel- Gayet tabii, gayet tabii... Yani temizlenmek, ille de maddi temizlik manasına gelmiyor. (Hayızlı kadınların temizlenmesi, yani gusül meselesi söz konusu edi­liyor burada,-Girişim-)

A.H.- Hem kanın kesilmesi, hem de ayrıca bir yıkanma isteniyor. Ama bu yıkanma gusül yıkanması değil, vücut yıkanması. Pisliğin, ka­nın falan yıkanması...

E.Y.- Hayır onunla alakalı değil. Oradaki yıkanma, kesinlikle yıkanma olayı değildir. Allah, "temizle­nenleri sever" ifadesi vardır.

A.H.- Hangisinde vardır?

E.Y- Şimdi ben bu hayızla ilgili ayeti inceledim. Bu temizleme keli­mesinin, "tahare" kelimesinin Kur’an’da geçiş, yerlerini inceledim. "Tahare" kelimesi maddi temizlik manasına geliyor. Manevi temizlik manasına geliyor. Bir de kurtulmak manasına geliyor. Mesela Allah İsa'ya diyor ki: "Seni temizleyece­ğim onlardan." Yani kafirlerden se­ni kurtaracağım. Bu ayeti kerimede hayzın necaset olduğu söylenmiyor. Bilakis eziyet ve hastalık olduğu söyleniyor. Hastalıktan temizlenenler kurtulunur. Ordaki ifade "kurtul­madır" Çünkü İsa'yı da kurtaraca­ğım diyor.

A.H.- Hmm (Tasdik anlamında. -Girişim-)

E. Y.- Yani temizleninceye kadar, kurtuluncaya kadar...

A.H.- Peki, Allah "temizlenin" derken erkekleri mi kastediyor?

E.Y.- Tabi erkekleri kastediyor, "Kalbinizi temizleyin..."

A.H.- Hıı... Aynı şeyi Allah, o mescitteki (Mescid-i Dırar'daki) er­kekler için de söylüyor.
(Sözün burasında Edip Yüksel, il­gili ayeti okuyup şerh ettikten sonra Adnan Hoca devreye giriyor ve so­ruyor.)
A.H.- Manen temizlenmek mi kastediliyor?

E.Y.- Gayet tabii...

A.H.- Önceleri çok zorlandık ya­ni. Biz iki türlü temizlik olarak kabul ettik. Hem kandan kesilme, hem de banyo yapma. Ama herhangi bir te­mizlik, herhangi yıkanma olarak al­dık.
Başörtüsü veya Tesettür


A.H.- Şu başörtüsü meselesi. Ben bunu halledemedim yahu.. Şimdi Nur Suresi'nde bir şey çıkmıyor. "Göğsünün üzerine örtü salın." Fa­kat o "cilbab"ı sen "manto, pardesü" olarak mı anlıyorsun?

E.Y.- Şimdi "cilbab" olayı "örtü" demektir. Bir de şu insanların dışa­rıda giydikleri giysileri..

A.H.- Ee, peki "tanınmaları ve eziyet görmemeleri" için deniyor. Bunu nasıl anlıyorsun?

E.Y.- Tanınmaları, iffetli olarak tanınmaları kastediliyor ayeti keri­mede. Çünkü eğer
göğüsleri açık dolaşırlarsa "fahişe" olarak görülür ve eziyet edileceklerdir.

A.H.- Göğüsleri açık gezerlerse mi?

E. Y.- Gayet tabii.. Fahişeler, gö­ğüsleri açık, eteklerini daha yukarı çekiyorlar, -bugünküler gibi- cazip yerlerini sergiliyorlar. Bunun üzeri­ne Allah Teala, "iffetleri olarak ta­nınıp kendilerine eziyet edilmemele­ri için bu daha iyidir" diyor.

A.H.-Peki normal bir kadın kı­yafeti kurtarıyor mu bu işi?

E.Y.- Örtü konusunda benim bir çalışmam var. İlerde onu neşrede­ceğim. Başörtüsünün, tesettürün sonradan ortaya çıkarıldığını, Emevi ve Abbasi dönemlerinin bir ruh­ban geleneği olduğunu, daha buna benzer enteresan deliller var. Bil­hassa hadîs kaynaklarında var. Selefiler onu onaya çıkarıyor. Bunu İnşaallah ilerde neşredeceğim,

A.H.- Kendimi ortada kalmış farz ediyorum. Buna bir açıklık getire­miyor, kesin bir ifade kullanamıyo­rum, Bunu bir an önce neşredersek çok iyi olur.

E.Y.-İnşallah.

A.H.-Peki bu"Kur'an Meallerindeki Yanlışlar" kitabı ne zaman çı­kıyor?

E. Y.- Pikaj ve montaj aşamasın­da bekliyor.

A.H.- O da çok önemli.. Niye bekliyor?

E. Y.- Basma ve dağılma açısın­dan problemler var.

A.H.- Kendi kendine dağıtımını yapıyorsun. Peki bunun satışı na­sıl?

E.Y.- "Sakıncalı Yazılar" kitabı mı?

A.H.- Hı hı (Evet)

E. Y.- Engelleniyor. Dağıtım şir­ketleri dağıtmıyor. Okuyucu bula­mıyor yani.

A.H.-(Esefle mırıldanıyor.) Ok­ka gibi olmuş, bayağı olmuş. Ho­cam, beni ilgilendiren bunlar; Kur'an'ın hükümlerinin kolay olma­sı hakkında, o konuda büyük fayda­sı oldu. Hem benim aydınlanmam­da, hem de kardeşlerin aydınlanma­sında büyük bir faydası oldu. Ondan sonra çığ gibi bir gelişme oldu. (Edip Yüksel'in yazılarından ve ki­taplarından bahsediyor hazret. Bu­gün ise Edip Yüksel'e karşı olduğu­nu söylüyor. Edip'len aldıklarını sa­tıyor, snnra da nankörlük ediyor.-Girişim-)

Mehdilik Meselesi "Ya Çıkarsa?"

E. Y.- Yalnız Adnan, senin şu ha­tan var. Sana söyleme zorunluluğu hissediyorum. Yani senin biraz bur­nunu kısacağım...

A.H.- Hah hah hah..

E. Y.- Sen zeki bir adamsın. Sami­mi bir adamsın. Ama bir saplantın var.



A.H.- Mehdilik konusunda...

E. Y.- Mehdilik konusunda...

A.H.-Hahhahhah...

E. Y.- O saplantıdan seni kurtara­madım. Ondan kurtarırsam gerçek­len çok başarılı olursun. Fakat o saplantı seni ve çevrendekileri mah­vedecek. Bu çünkü Allah'ın hoşlan­madığı bir şeydir. Bir insanın kendi kendîne o havalara girmesini Allah Teala hoş karşılamaz.

A.H.- Yahu hocam çok mütevaziyiz biz..

E. Y.- Hayır, hayır, hayır.. Kendi­ni çok aşan bir iddiadasın. Allah bu konuda muvaffak etmeyecek seni. Bak göreceksin, sonunda yukarılara çıkıp düşeceksin.

A.H.-Hahhahhah...

E.Y.- Bak Adnan, ilerde pişman olacaksın. Beni arayacaksın da. Ama diyeceğim ki, sen ettin buldun. Allah Teala gereksiz yere kendi ken­dine tahminde bulunanları muvaffak etmez,

A.H.-Fakat biz Mehdi, "o da ola­bilir, şu da olabilir" falan diyoruz. Sen de olabilirsin hocam.

E. Y.- Sen kendini empoze ediyor­sun. Seninle beraber olmuş, sene­lerce çalışmış (....), senin Mehdi ol­duğuna inanıyor.

A.H.- Yanlış anlamış... Hah hah hah...

E.Y.- Şimdi bak, senden ayrılan arkadaşlar, senin gruba, çevrendeki kimselere kendini Mehdi olarak em­poze etliğini söylüyorlar.

A.H.- Yanlış, yanlış...

E.Y.-Bu konuda sen doğru söyle­miyorsun. Mehdi yalan söylemez, Burda Mehdi olmadığın ortaya çıkı­yor.

A.H.-Hahhahhah hah....

E.Y.- Korkma, Mehdi olduğunu söyle...

A.H.- Onlardan herhangi birisine Mehdi olduğum iddiasında bulunmadım.

E. Y.- Ben Mehdiyim demez, ama kendisini alabildiğine tarif eder. İşle Mehdi efendim Ortaköy'de oturan­dır deyip kendi kendini tarif etmene gerek yok. (A.Hoca, Ortaköy'de otu­ruyor.-Girişim-)

A.H.- Bak şimdi Mehdilikle ilgili büyük alametler var. Çıkış yeri, çı­kış tarihi, şekli-şemaili... Eee, hadis var, öyle diyor, ne diyeyim?

E. Y.- Adnan, Adnan! Hadislerin bir kere uydurma oldukları belli..

A.H.- Yahu uydurma bile olsa...

E. Y.- Ama uydurma hadisleri seçme yapıyorsun. Mehdi, "Abbaso-ğullanndandır", bir rivayet. "Omey-yeoğullarındandır". bir rivayet. Çe­lişiyor. Hangisindendir? Bir rivaye­te gör e, Şam'da çıkacak, bir rivayete göre, Kufe'de çıkacak. Nerde çıka­cak?

A.H.- Hocam, İslam aleminin başkentinde çıkacak şeyi var...

E.Y.- Bunlar uydurma, uydur­ma... Bakıyorsunuz, Emevi döne­minde Şam 'da çıkıyor, Abbasiler dö­neminde Kufe'de çıkıyor.

A. H.- Hocam, ay-güneş tutulacak denilmiş, çatır çatır çıktı.

E.Y.- Sen Mehdi misin değil mi­sin?

A.H.- Değilim, değilim... Peki di­yebiliyorlar mı ağbi (kendisini kastediyor.-Girisim-) "ben Mehdiyim" diyor diye.

E. Y.- Peki, söylemekten ziyade, senin Mehdi olduğuna inanıyorlar­sa ve sen de bunu biliyorsan, onları niye uyarmıyorsun?


A.H.-Bak. Her derste ana konu o, Çocuklar diyorum, "Biz bir Mehdi bekliyoruz. Şahıs yok. Ama gelecek Mehdi.."

E. Y.- Mehdi'nin İstanbul'da çık­ması lazım değil mî?

A.H.- Yok canım, bunlar hepsi farz olan bir konu değil..

E.Y.- Senin kanaatin nedir? İs­tanbul'da mı çıkacak?

A.H.-İstanbul, İslam aleminin başkenti değil midir?

E.Y.- Bu neye benziyor biliyor musun? Bu bir hastalık. Kur'an'da bu tanımlanıyor. Peygamberimiz Mekke'de çıktığı vakit Yahudi ve Hı­ristiyanlar dedi ki, "Medine ve Taif gibi yerlerde çıkması lazım." Bak, dikkat et! Yer belirttiler Allah için. Kesinlikle bir mecburiyet, bir istikbar ifadesidir. Sen diyorsun ki, Allah, Mehdi'yi İstanbul'da gönder­mesi gerekir. Hiçbir delilin yok..

A.H.- Biz kesin olarak demiyo­ruz, olabilir diyoruz. Hocam, bir de çıkarsa.. Hah hah hah hah... (Mehdi-lik meselesi nasıl da oyuncak haline getiriliyor, tiksindirici kahkahaların vesilesi kılnııyor... Yazık, çok ya­zık! Adnan Hocanın gerçek yüzünü görmeyen veya görmek istemeyen safdillere ithaf olunurl-Girişim)

E.Y.- Valla bu piyangoyla ilgili bîr şey değil. Bu yolda gitmesi... Se­ni bu saplantıdan kurtaramayaca­ğım. Neyse, boş verelim... Genellikle "Mehdi, Mehdiliğini söylemeyecek" diyorsun, çevrendeki insanlara ken­dini tarif ettiriyorsıın. Tebrik ede­rim, harika bir taktik yani. Harika bir taktik... Vallahi tebrik ederim..

A.H.-Hah hah hah halı....

E.Y.- Yalnız bu taktikten Allah hoşlanmıyor. Ben seni uyarıyo­rum..

A.H.- Canım ben böyledir diyo­rum, ne suçum var benim.

E. Y.- Ama bu senin bir açmazın. Bir yanda Kur'an, bir yanda o uydurma hadisler. Hadisçilerin bile uydurma kabul ettiği Mehdilikle il­gili hadisleri sen doğru diye kabul ediyorsun.
"Getir Kitabım Cemaate Dağıtalım"

E.Y.- Biz "Kur'an Meallerindeki Yanlışlar" kitabını nasıl dağıtaca­ğız?

A.H.- Getir cemaatte dağıtırız.

E. Y.- Ne kadar dağıtabilirsin me­sela? Ne kadar ayırayım?

A.H.- Bize üç yüz tane ayır. (Ki­tap yayıncıları bilirler; bayağı İyi bir istek bu. Hiç kimsenin dağıtmadığı Edip Yüksel'in kitabını -çıkmamış, çıkmak üzere olan kitabını- Adnan Hoca dağıtacağım, hem de çok sayı­da dağıtacağını söylüyor. Bravo Edip'e, Amerika'ya sahte peygambe­rinin yanına gitmeden önce yerine böyle akıllı (!) bir izleyici bıraktığı için. Ha, Adnan Hocanın hakkını yemeyelim: O, Edip gibi, Reşad Halife'nin resullüğüne inanmıyor. İnansa, mürid olması gerekmez mi? O zaman, örtük Mehdilik iddiasının veya açık Mehdi'nin öncülüğü iddiasının ne kıymeti kalır ki! Bra­vo Adnan'a da doğrusu. Neyi alaca­ğını, neyi almayacağını çok iyi bili­yor. Ayrıca Edip gibi mütevazi gi­yinmek gerektiğine de inanmıyor. Başarılı bir tebliğ için şık ve pahalı giyinmek gerektiğine hasseten ina­nıyor. Bir-iki ufak farklılık daha var sadece.-Girişim-)

E.Y.- Üç yüz tane dağıtabilecek misiniz?


Adam Gömleği Görünce Peşimizden Geliyor
(Edip Yüksel, Adnan Hoca'nın şık ve pahalı giyinmesini şiddetle tenkid konusu yapıyor, bu metodun Kur'an metoduyla bağdaşmadığını belirti­yor.)

A.H.- Mesela bir gömlek alıyo­ruz, beş misli fazla veriyoruz. Adam gömleği görünce peşimizden geliyor.

E.Y.- Yahu, anladım da böyle bir gömlek görüp de gelen bir insan, bir başka gömlek görünce kaçar.

A.H.- Kaçamıyor, kaçamıyor...


(Girişim dergisi'nden)

Adnan Oktar'ın (Harun Yahya ya da Adnan Hoca) Ses Kaydı

ADNAN OKTAR (HARUN YAHYA -ADNAN HOCA)'NIN SES KAYDI
GİZLİ BANT ÇÖZÜMLERİ

Bu çözümler, 19 Ağustos 1989 günü gerçekleştirilen bir telefon görüşmesine ait. Adnan Hocanın yakın talabelerinden birinin (ismi bizde mahfuz) Adnan Hoca ile ayrılma­dan önce yaptığı bu telefon görüş­mesi, bütün gerçekleri gün ışığına çıkana nitelikte. Adnan Oktar (Harun Yahya - Adnan Hoca) ger­çekliğini anlamak için bu bant çö­zümü oldukça önemli bir belge hükmündedir bizce. Adnan Hocayı asıl bu görüşmede ortaya koyduğu fikirleri ve bakış açısı çerçevesinde değerlendirmeyenler, Adnan Ho­canın "takiyye "oyununa geldikle­rini bir gün anlayacaklardır.

Çok önemli gördüğümüz bu te­lefon görüşmesini, büyük ölçüde aynen yayımlıyoruz. Faydalı ve uyarıcı olması dileğiyle. –Girişim Dergisi-



BİRİNCİ TELEFON GÖRÜŞMESİ

(Üç Vakit Namaz Mevzuu)

- Ben bu namaz mevzuunda, üç vakit namaz mevzuunda, hayızlı na­maz mevzuunda, gusül abdesti mev­zuunda emin değildim. Onları öğ­renmek için A... ağbiyle görüştüm. "Hoca çok sakat" falan gibi şeyler söyledi.
Adnan Hoca- Neye sakat dedi?
-Bu görüşleri çok sakat falan de­di. Bunları falan öğrenmek isliyo­rum.
A.H.-Cemaatten falan ayrılmayı düşünüyor musun?
-Bu konuları araştırdım. Ama tam olarak bir bilgim yok. Mesela ben beş vakit namaz kılınacağım söylesem, hayızlı namaz kılınama­yacağını söylesem, gusül abdestini falan söylesem, o zaman benim, açıklamalarınıza göre, cemaatten ayrılmak zorunda kalmam gereki­yor. Öyle değil mi yani?
A.H.-Niye ayrılasın ki?
-O zaman siz üç vakit namaz için tebliğ yaparken, ben beş vakit için tebliğ yapacağım. Ya da..
A.H.-Delillerini gösterirsen ben de inanırım. Beni ikna et, delillerini göster, ben de inanayım.
-Üç vakit mevzuunda siz delille­rinizi getiriyorsunuz. Ben inceledim, onları öğrendim.
A.H.-Yavrum, öğrendiklerini ba­na göster, ben de uygulayayım onla­rı. Göster, tarif et, nasıl olduğunu öğreneyim.
-Kardeşler de biliyorlar galiba. Size açıklamışlar eskiden. Ben de arada sırada derste görüyordum. Bende inceledim o konuyu. Beş vakit diye iman ettim.
A.H.-Yavrum, iman ettin de biz de iman edelim. Delillerini göster bana, anlat, açıkla, ben de öğrene­yim. Niye bize öğretmiyorsun, ken­dine bırakıyorsun? Başkalarına na­sıl anlatıyorsan bize de anlat.
-Yoo, anlattım zaten birkaç kişiye de...
A.H.-Gel bana da anlat.
-Şu vakitle çıkacak durumum yok. Üç vakit delillerini hatırlayamıyo­rum ben. Şimdi orda "günün iki tara­fı" falan "tarafeyn" mevzuuları var­dı. Şimdi ben bu beş vakte iman et­tim. Bakara Suresi 238. ayette mev­zular var. Oradaki "T" harfındeki değişiklikler var. Orda mesela "salavat" diye geçiyor. En az üç vakit di­ye geçiyor. Orda en az üç olduğuna göre, üç, dört, beş diye gitmesi la­zım. Bir de orta namazı olduğuna göre beş vakit diye çıkıyor...
A.H.-Yavrum, gel işte bunları ba­na anlat. Ben de aynısını anlatayım kardeşlerine. Yani bu şekilde anlat, tarif et, eğer öyleyse, dediğin gibiy­se...
-Bunlar zaten size söylenmişti ho­cam. Ben hatırlıyorum yani.
A.H.-Yok söylenmedi. (Adnan Hocadan ayrılan talabeleri, Adnan Hocanın burada yalan konuştuğunu, kendisine özellikle bu namaz konu­suyla ilgili olarak yazılı deliller sun­duklarını, ama Adnan Hocanın bu delilleri kabul etmediğini söylüyorlar. Ayrıca Adnan Hoca ile diğer tar­tışmalı meseleleri de uzunboylu ko­nuştuklarını belirtiyorlar. Üç vakit namaz konusunun içtenlikle cemaat­te savunulduğunu ve namazın bu iç­tihada uygun olarak kılındığını da ekliyorlar. -Girişim-) Kağıdı verdik, gönderdi. Kağıtta da "tarafeyne kadar" deniyor, iki şehirden dört deni­yor. Sözlüğe baktık, böyle çıkmı­yor. Bütün sözlüklere baktık, herke­se sorduk, hatta I...., kendisi de di­yordu, "üç vakit geçiyor diye, sonra­dan kıvırdı.
Başörtüsü, Hayızlı Namaz ve Y.Nuri Öztürk Meselesi
-Şimdi başörtüsü mevzuu var, ha­yızlı namaz kılma mevzuu var, bun­lara da baktım ben.
A.H.-Eee, tamam,ben B....'le git­tik o profesöre, adamın ismi neydi?
-Yaşar Nuri mi?
A.H.-Y.Nuri Öztürk'e gittik sor­duk.
-O adamı bilmiyorum, ama ben pek o adama güvenemedim. Hürriyet'le falan alakası var. TV'de gayet mesela... En baştan beri onu dikkat­lice izliyordum. Pek güvenilir bir şa­hıs gibi gelmedi bana.
A.H.-Ama şimdi ilmî, teknik yanı önemli. Hürriyetle falan mutabakatı önemli değil ki...
-Onun mesela TV'deki izahlarını filan dinlemiştim. Bana pek sağlam gibi gelmedi:
A.H.-Hıhhhh... Sen gene de gel bir konuşalım. Bu telefonla halledi­lecek bir iş değil. Bir bakalım delil­lerine, inceleyelim. Oldu mu?
-Olur inşaallah.
A.H.-Peki H.K. nasıl, o da mı ay­nı kafada?
-H.K. ile hiç konuşmadık yani bu mevzuları...
A.H.-Senden önce bunlar aylar evvel inanıyorlar değil mi bu konu­da?
-Ben zaten mesela Cuma konusunda tenkit etmiştim bunları hatır­lıyorsanız, ikindi namazında falan Cuma kılmıştık. Şimdi ben tekrar in­celeme ihtiyacı duydum olayı...
A.H.-Tamam incele, ama kararı­nı vermiş görünüyorsun.
-Hayır, kararımı vermedim. Şim­di delillere baktım hocam, hepsi beş vakit gibi gösteriyor. Başörtüsündeki ayetler falan...
A.H.-Hangi delillere baktın sen? (azarlarcasına ve kızarcasına bir üs­lupla soruyor adeta. -Girişim-)
-Başörtüsünde mi?
A.H.-Haaa (evet anlamında.-Gi­rişim-.)
-Nur Suresinde geçenler bana çok açık geldi.
A.H.-Yavrum, Türkçesinden bakmadın mı sen?
-Hayır Arapçasından baktım.
A-H.-Sen biliyor musun Arapçayı?
-Ben biliyorum. Bir de Teyzem var, onun da tercümeleri var...
A.H.-Eee, bir daha bakalım yeni­den.
-Bakarım? insaallah.

İKİNCİ TELEFON GÖRÜŞMESİ
( Görüşmenin başında Adnan Hoca, cemaatten ayrılanları sert bir dille eleştirmekte, onları münafık tıynetli kimseler olarak suçlamakta­dır. Bunun üzerine talebesi devreye girmekte ve konuşma şu minvalde sürüp gitmektedir.-Girişim-)

Konu: Mehdi ve Mehdi'nin Düşmanları
-Allah'ın rızasını gözettikten sonra Allah "tek başınıza da kalsanız bu işi yürütün" demekte...
A.H.-Göreceğiz bakalım, yapı­yorlar mı, yapmıyorlar mı? Sen de göreceksin, onlar da., (ayrılanları kasdediyor.-Girişim-)
-İnşaallah. Yani hepimiz bekle­mekteyiz zaten.
A.H.- Yok canım, bekledikleri falan yok. Sahtekarlık yapıyorlar onlar. O kafada olanlar sahtekarlık yapıyorlar. Mehdi falan bekledikleri yok. Öyle bir şeye inandıkları yok.
- Mesela Said Nıırsi'nin, üstadın kitaplarında Mehdi'nin gayet açıkça çıkacağını belirten delillerini gös­terdiler bana.
A.H.- Yalan söylemektedirler, Üstad, İstanbul'da çıkacak demektedir. Tarih de vermiş. Mehdi çoktan çıkmış olması lazım. Ve Mehdi'nin en büyük düşmanı fukaha olacağı, softalar ve yobazlar olacağı rivayet­te belirtiyor. Ve Üstad'ın da en bü­yük düşmanı yobazlar olmuşlar ilk çıktığında. Burnundan getirmişler yobazlar. Aynı hareket, aynı tavır, aynı düşünce, aynı mantık, aynı yaklaşım... Arada hiçbir fark yok. Mesela, üç defa sarsılır diyor, üçün­de de Mehdi'nin cemaatinde halis ve hakiki mü'minler kalır diyor rivayetlerde, (Kendi cemaatinden ayrılan­ları eleştirmek için kullanıyor bu mantığı, korkunç doğrusu. Girişim-) Onu da gördüler. Sen de gördün, on­lar da biliyorlar. Cenab-ı Allah'ın hikmeti, Allah bu olayı tahakkuk et­tirdi. Bir rivayetin daha çıkmış oldu­ğunu gördük ayrıca. Ve yobazların Âl-i beyte düşmanlığı ünlüdür. Ta eskiden beri Hz. Hasan'ı, Hz. Hüse­yin'i, Hz. Ali'yi yobazlar öldürmüş­lerdir. Suçlamaları; Hz. Ali'nin, Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüse­yin'in dini kolaylaştırmasıdır. Bun­ların (Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin kasdediliyor. -Girişim-) şakacı, ra­hat, güleç yüzlü insanlar olmaları, Allah'ın Kur'an'ına göre hareket et­meleri, hadis kabul etmemeleri, bun­ların suçu budur. Bu yüzden bunlar öldürülmüşlerdir. (Korkunç bir ya­lan ve saptırmaca Örneği daha işte! Şimdi söyler misiniz, hangi tarih ki­tabında olay bu şekilde geçiyor? He­rifçioğlu yobazlarla-gelenekçilerle fena halde kafayı bozmuş besbelli. Bu yüzden her türlü keyfi yorumu yapmaktan kaçınmıyor. Keyfi ve so­rumsuz!-Girişim-) Aynı yobaz kafa yine hareket halinde. Ben kimseyi suçlamıyorum. Fakat yine tarih dö­nüyor, devran dönüyor, aynı hareket oluyor.
- Bir de şu var. Dün akşam siz derste söylemiştiniz ya, insanların çoğu inanmaz diye. Bakara 13'e baktım: "Onlara, insanların inandı­ğı gibi siz de inanın denince, 'O be­yinsizlerin inandığı gibi biz de mi inanacağız 'derler. De ki, asıl beyin­sizler kendileridir. Ama bunu bil­mezler."

Hadis Meselesi
A.H.- Tamam.. Şimdi Allah'ın ki­tabına göre hareket etmeyi istediniz mi, adam, Allah'ın kitabının dışında uydurma izahlara göre hareket ediyor. Bir milyon uydurma var diyor. Kimi beş bin tanesini seçiyor, kimi üç bin tanesini seçiyor. (Burada ha­disleri kastediyor hazret.-Girişim-)

-Şimdi bir de Peygamber Efendi­mizin konuştuğu zaman vahiyle ko­nuştuğuna dair şeyler var. Ama ora­da konuşma sırasında "merhaba, se­lam" diye değil de, mese!a "nutuk" diye geçiyor. NE-TE-KA kökü var
orada. Mesela "nutuk" sırasında va­hiyle konuşması oluyor. Demek ki açıklanacak bir şey varsa Cenab-ı
Allah bunu Peygamberimize nutuk şeklinde vahiy olarak belirtmiş. Yani
bunun Kur'an'da illa da geçmesine gerek yok.
A.H.- Eee, peki, ama bu açık nu­tuklar nerdeymiş?
Bunlar zaten, diyor ki, "Pey­gamber size şahittir, sizler de diğerlerine şahitsiniz..."
A.H.- Yavrum, nerdeymiş bu ha­disler peki?
-Hayır, bunlar uygulamayla geli­yor hocam..
A.H.- Hahh hahhhahh., (Acaibu'l garaib bir gülümseme. Alaycı bir gülümseme.-Girişim-) Akşam geli­yor musun sen?
Cemaatten Ayrılanlar ve Takiyye Meselesi

- Akşam ben size gelecektim. Hep beraber gelelim diye size teklif yap­tım. (Ayrılanlardan bazılarını kastediyor. -Girişim-).
A.H.- Yok, ben onları bir kere sil­dim. Yani o adamlar anlamazlıktan gelmesinler. Esaslı bir oyunun için­deler, esaslı bir planlama yapılmış, tarihi çok eskilere dayanıyor ve kim­lere bağlı olarak yaptıklarını bilmi­yorum, ama bunu tarih gösterecek. Esaslı bir suikast. Direkt İslam'a, di­rekt cemaata karşı esaslı bir oyun bu. Bunda gaye, benim cemaatı bırak­mam, cemaatın dağılması. Komü­nistlerin ve masonların yapamadığı­nı bunlar yapmaya kalktılar. Allah ayaklarına dolandırdı. Olay bundan ibaret. Hayret edilecek bir şey. Ay­larca sabırla hareket etmişler. Çıt yok. Yani karşımda çıtların çıkar­mayanlar, kendi toplantılarında ol­madık laf, olmadık hareket...
- Ben hatırlıyorum: Bir gün Z...'lan, bir gün bu kardeşleri ders­ten attıkları zaman, "artık bu mevzu­ları benle konuşmayın, kendi aranız­da ne aparsanız yapın" demiştiniz. Hatla bize de derste, "Bu adamların böyle olması iyi. Gelenekçilere kar­gı bir antreman vesilesi oluyor" gibi izahınız vardı. Bunların suçu değil ki gizli gizli toplanmak...
A.H.- Yavrucuğum, antremansa, tartışılıyorsa tartışılır, her zaman için tanışılır. Ben nasıl gelenekte olan bir adamı kurtarmak için aylar­ca uğraşıyorsam... Senin için de ay­larca uğraşmadılar mı?
Bunlar mı? Benim bunlarla ay­lardır alakam yok. Sadece bugün telefon ettim.
A.H.- Senin alakasız olduğunu biliyordum. Bana söylüyorlardı, ama ben önemsemiyordum. Duyu­yordum...
- Ben bu adamlarla hayana gö­rüşmedim yani. (Böyle konuşuyor ki Adnan Hoca'ya olan bağlılığının
sürdüğü anlaşılsın ve Adnan Hoca­nın daha açık konuşmasına imkan tanısın. Bunu beceriyor hakçası.
-Girişim-)
A.H.-Yavrum, adamlar kendileri söylüyorlar, "Bu işi aylarca organi­zeli yaptık" diye. Benim bu adam­larla kalkıp uğraşacak halim yok. Onlarla uğraşmamızın vakti, tslam hakim olduğu zamandır. Bülbül gibi konuşurlar o zaman. (Hep manevi tehditler ve korkulmacalar. Kendine basbayağı "büyük adam" süsü veri­yor herifçioğlu. Onun belirgin husu­siyetlerinden biri de bu işte. -Giri­şim-)

Peki ama. bu kadar ayrılanlar var, mesela otuz-kırk kişi. Onların vebali var. Mesela siz demiştiniz ki, "eğer bu adamlar samimi iseler ön­ce kardeşlerinden başlasınlar.". Bizde eğer samimi isek önce kardeşleri­
mizden başlamamız lazım. Mesela gidip biz Fatih Camiinde gelenekçi­lere gösteriş yapıyoruz, onlar gibi
görünüyoruz ki. onlar başımıza bela olmasınlar diye. Burada samimiyet­sizce bir hareket var. Ben bu kardeş­lerin çok samimi olduklarına inanı­yorum.
A.H.- Hayır hayır.. Hz. Hasan'ı, Hz. Hüseyin'i, Hz. Ali'yi Öldürenler de yobazlardı. Ve onları sakinleştir­mek için Hz. Ali birçok yöntem kul­landı, Hz. Hasan da, Hz. Hüseyin de kullandı. Fakat onlar, aç-susuz bıra­kıp Kerbela'da öldürdü o zamanki yobazlar. Yobaz bir kere sinsidir. Hiçbir zaman için samimi değildir, iki yüzlüdür. Hiçbir zaman için halis hareket etmez. Bir kere Allah rızası değildir gayesi. Sırf hınç ve hırstır gayesi, intikam gayesinden hareket eder yobaz.
- Ama bunlar samimi oldukları için sizinle konuşmak istiyorlar. Siz eskiden söylüyordunuz, "önce ce­maatı böleceklerine, sadece gelip benle konuşsunlar" diye.
A.H.- Yok kardeşim, bu iş bitti artık. Geriye dönüşü yok bunun. Ahirette intikamımı alacağım. Alabilirsem, Allah nasip ederse. Eğer Allah bana bir imkan verirse, konuşma imkanım olursa, yanları­na koymayacağım.
- Zaten onlar konuşma imkanı yaratmak istiyorlar. Gelip sizle ko­nuşalım, cemaatı bölmeyelim diyorlar.

"Biz de Bir Mehdi Sayılırız."
A.H.- Yok yok yok. onlar yapa­caklarını yaptı. Yani şu şeyden sonra artık dönüşü yok. Samimi ol­salardı, onlar aylardan beridir ya­nımda kardeş gibi göründüler, yü­züme güldüler, akabinde sırtımdan vurmak için bu kadar plan, bu ka­dar proje. Allah'tan korksunlar. ta­san bir yanlışlık varsa gelip anlatır. Mesela bir namaz konusunda, öbür fıkhi konularda... Alimleri alır ge­tirir, Kur'an ayetlerini getirir, "bak abiciğim, burada bir yanlışlık var, işin doğrusu şudur" falan... Çıtları­nı çıkarmadılar. (Ayrılanların bu konularda kendisiyle uzun boylu tanıştıklarını daha önce belirtmiş­tim. Hep aynı yalanın arkasına sı­ğınıyor.-Girişim-) Ben, "Siz Kur'ana uyuyor musunuz?" diyo­rum. "Uyuyoruz" diyorlar. Dışarı çıkınca başka türlü söylüyorlar, alaycı bir üslupla. Hiç birinin Meh­di beklediği yok. Neyi bekledikle­rini de bilmiyoruz. Beklemelerini de zaten istemiyoruz.
- Şimdi onların kendi söyledikle­ri şu: "Biz Mehdi bekliyoruz, risa­lelerde de bu açıklanıyor...”
A.H.- Yavrum, samimi olsalar, üstad her yüzyılın başında Allah bir müceddid gönderir diyor.
- Onlar bekliyorlar. Mehdi, ken­di Mehdi olduğunu söylemez, ama abi (A.Hoca kastediliyor. -Girişim-) aşırı derecede ima ediyor di­yorlar.
A.H.- İma ediyor değil. Mehdi­den başka zaten Mehdiyyet konusunu açıklayacak adam olmaz. Peki rivayet var. Mehdi'yi talebelerinin tanıyacağı belirtiliyor. Üstad diyor, onu nur-i imanından tanırlar. Nur-ı îman'dan tanır da o kendi kendini ta­nıyamaz mı? Tanıyacaktır. İş'âri manası bizde de var. Biz de bir Meh­di sayılırız. Biz de O'nun öncüsüyüz. Üstadda da iş'ari manası tahak­kuk etmiştir. Millet Mehdi zannet­miştir üstadı. Belki kendi de kendin­den şüphelendi.
- Mesela eğer hocam biz Mehdi'nin öncüsüysek, Kur'an'da hiçbir şey kalmadı, Mehdi'nin yapabilece­ği hiçbir şey kalmadı, sadece uygu­lama yapacak. Mesela Mehdi'nin il­minden bahsediliyor. Ve adaletin­den bahsediliyor. Ben mesela orda A... ağbiye söylemiştim, sizin yaptı­
ğınız hareketin adaletsizce bir dav­ranış olduğunu. Mesela siz şimdi öy­le söylüyorsunuz: Mehdi Arapçayı bilmiyor, bilmem ne. Bu tip şeyler de olması gerekir diye düşünüyordum.
A.H.- Yavrum, Arapça ilmi yok, ama üstad diyor ki, Mehdi bizzat kendisi araştırmaya vakit dahi bula­mayacaktır.
- Ama biz de onu şöyle açıklıyor­duk: Said Nursi açıklayacak, biz on­ları uygulayacağız.
A.H.- Yavrum, Said Nursi olsa, üstad diyor ki, "En büyük bir müceddid, en büyük bir müçtehid." Kendi­sini müçtehid bile saymıyor. Üstad, bütün mezhep imamlarının üstünde diyordu Mehdi için. Mehdi'nin bü­tün mezhepleri kaldıracağını söylü­yor.
- O zaman Mehdi'ye hiçbir iş kal­mayacak, gelecek başa geçecek, he­men herkesi şey yapacak yani...
A.H.- Hayır, hayır, Mehdi gele­cek mücadele edecek, gericilerle mücadele edecek, yobazlarla mucadele edecek. Kur'an'da yobazlarla ilgili bir sürü ayet vardır. Kur'an'ı ye­tersiz görmeleriyle ilgili ayetler var. Derste açıkladım, izah ettim, de­vamlı izah ediyorum. Yobazlar için Kur'an, "Onları Kur'an'a davet etti­ğin zaman onlar seni atalarına davet ederler" diyor. Ataya davet, yobazın genel vasfıdır. Mü'min direkt Kur'an'ı yeterli görür. Allah'ın ki tabi tıbyandır, açıktır, mufassaldır. Her-şeyi açıklamıştır Allah. Kur'an'ı ek­sik görmek, yetersiz görmek bir ma­rifet değildir. Bu Kur'an'a bir haka­rettir. Kur'an'ın eksikliğini ortaya koymak için aylarca uğraşıyorlar. Şimdi bak Haram aylarını soruyor­lar. Altı tane ayet gösterdik. Mese­le Muharrem, haram ay, adı üstün­de.
- Peki bu Muharrem'den sonra ilk üçü nasıl teshir edildi o ayette?
A.H.- Mesela Hac ayı, aynı şe­kilde üstünde. Sonra İlkbahar, Son­bahar ayları dese. Biz İlkbahar ayı­nın ne olduğunu bilmiyorsak, biz dünyada hiç yaşamayalım o za­man.
- Hayır, Muharrem haram aydır da, ondan sonrakilerini nasıl tesbit
ettiniz?
A.H.- Altı tane ayet var, açıklı­yor. Ve ayetlerde ayların kendi üs­tünde isimleri var: Zilhicce, hac ayı; Muharrem, haram ayı... Kur'an'ın eksik ve yetersiz olduğu­nu ispat etmek için ne yapacakları­nı şaşırıyorlar. Yani dedirtecekler­dir ki, "Kur'an eksiktir, yetersizdir. Binlerce, milyonlarca uydurma içerisinde din saklanmıştır. Bu milyonlarca uydurmanın içinden bulun." ("Milyonlarca uydurma" dediği, Peygamberin hadis-i şerif­leridir. İlerde bu husus daha açık-seçik sözcüklerle gündeme getirili­yor hazret tarafından.-Girişim-)
Yine Namaz

- Peki "Salat" kelimesi namaz olarak geçiyor. Biz "dua" olarak
alıyoruz.
A.H.- Niye dua olarak alalım. Namazı açıklıyor Allah, rüku ola­rak, secde olarak. "Birinci rekattan sonra secde ederken diğer Müslü­manlar gelsin" diyor. Allah, daha nasıl açıklasın?
- Ama mesela, dua olarak da alınabilir?
A.H.- Eee, dua olarak var, o şe­kilde de var. Ama namaz...
- Ama hangisini, hangi manayı alacağımızı bilmiyoruz ki.. Çünkü zaten secdenin nasıl bir olay olduğunu da bilmiyoruz o zaman ayetin hükmüne göre,
A.H.- Yavrum, "alınlarından secde izi belli olur" diyor. Demek ki, alın yere değiyor.
- Dua edilir, bir de rüku edilir, bir de secde edilir. Peki o aradaki şeyleri nasıl bileceğiz?
A.H.- Yavrum hepsi açık. Rüku da var, secde de var. "Onlar rüku ederler, secde ederler, kıyam ederler."
- Ama ayrı ayrı geçiyor bunlar. Mesela "namazı kılarlar, zekatı ve­rirler, secde ederler." Başka bir yer­de "rüku ederler," Namazdan ayrı olarak bunlar bahsediliyor. Namaz­
da "salat" diye geçiyor. O zaman, "Dua ederler, zekat verirler ve secde ederler" diye geçmiş olur.
A.H.- Yavrum, namazda ama açıklıyor: "Secde ederken diğerleri gelip namaza devam etsinler. Ve na­mazı kısaltın" diyor. Yani harp ha­lindeyken namazı kısaltın diyor, Bİ-rind rekatta iken diğer müslümanlar geliyor, secdede iken yetişiyor, ikin­ci rekatta da...
- O ayette de secdeden kalktıktan sonra değil, "secdeye durduğunuz
vakit arkadan ayakta beklesinler" diye geçiyor. Bizim yüzümüzde de secde izi yok yani. Öyle olsa belli ol­mamız lazım. Manevi bir şey demek ki bu secde izi.
A.H.- Yani alınların secdeye gel­diğini gösteriyor. Yavrum, sen bana gel, izah et bunları. Telefonda ne izah edilebilir ki? Yani Kur'an'ın ek­sik olduğunu ispat etmeye çalışmak boşuna. Kur'an'ın yeterli olduğuna dair çok fazla ayet var. Allah'ın kitabına karşı savaş açmasın yani, boşu­na uğraşmasın yani. (Talebesi, Kur'an'da geçen "salat" kelimesin­den namaz gerçekliğini tam mana­sıyla anlamanın mümkün olmadığı­nı, bunun için hadislere, yani Pey­gamber açıklamalarına başvurmak gerektiğini söylemek istiyor. Hazret ise, "milyonlarca uydurma" diyor ve bu şekilde bir Kur'an ve Sünnet anla­yışına sahip olan Müslümanları, "Kur'an’ı eksik gören ve Kur'an'ın eksik olduğunu ispat etmeye çalı­şan" kimseler olarak suçluyor. Bu suçlamayı daha aşın sözcüklerle sonraki konuşmalarda da dile getiri­yor,-G i r işim)
- Hayır, Peygamberin açıklayıcı özelliği var. Kur'an eksik değildir. Mesela, muhkem konular var, bir de ayetler üzerinde tartışılabilecek ko­nular var. Cenab Hak diyor ki: "Bil­gisizler bu ayetler üzerinde tartışır­lar." Peygamberin bir açıklaması var...

"Hadis Olmazsa Kur'an Anlaşılmaz mı?
A.H. Yavrum, şimdi Peygambe­rin hadisleri olmazsa,o binlerce, milyonlarca uydurma olmazsa, sen Kur'an'ı okuyunca anlayamayacak­sın öyle mi?
- Kur'an'ı anlamak değil. Kur'an anlaşılıyor zaten. Peygamberin açıklamasıyla beraber her şey yerli yerine oturuyor.
A.H.- Peygamberin açıklaması nerde? Milyonlarca uydurma var, hangisine kapılalım? Birinde "taşla­yarak Öldürdü" diyor, (recm hadisine göndermede bulunuyor.-Girişim-) birinde "kan çıkınca abdest almıştı" diyor. Hangisine inanalım biz?
- Bir de diyor ki, "Peygamber size Kitab'ı ve Hikmet'i öğretti." Bu hik­met, övgülü sözle "nutuk diye geçi­yorsa eğer, ayrı bir şey olması, Kur'an'ı açıklayıcı bir şey olması ge­rekiyor.
A.H.- Yavrum, Hikmet'in Kur'an olduğu gene Kur'an'da geçiyor. Yani Hikmet derken Kur'an kastedildiği belirtiliyor.
- O zaman Peygamber Efendimi­zin görevi, sadece muhitindeki yo­bazlarla falan uğraşmak.. Peki Kitap açıksa Mehdi'ye ne ihtiyaç var?

" Millet Kur'an'ı Yetersiz Zannediyor"

A.H.- Ama Mehdi Kur'an'a davet edecek. Millet, Kur'an'ı yetersiz zan­nediyor. Allah'ın kitabına karşı sa­vaş açmış durumdalar. Allah'ın kita­bının yetersiz imiş gibi göstermek için her biri ayrı görüş halinde, her biri ayrı ayrı dinler meydana getir­mişler. Ayrı ayrı helaller, ayrı ayrı haramlar var. Her mezhebin ayrı helalı-haramı var. Bunun açıklığa ka­vuşması gerekir. Bunu Mehdi halle­decek. Ben de Mehdiyim demiyo­rum. Ama bekliyorum. Onun bir Ön­cüsü olarak araştırmak incelemek hakkımız. Delillerini pek tabii ki araştıracağız. Körü körüne inanamayız, taklit edemeyiz. (Herifçioğlu sı­kışınca mezhep taklitçisi olduğunu söylüyor. Ey aziz okuyucu, bu sözler hiç mezhep taklitçilerinin sözlerine benziyor mu? Biz benzetemedik de!-Girişim-)
"O Kadar da Ufak ve Boş Bir İnsan Değilim,"

A.H.- Sen şimdi nerdesin şu an­da?
- G...'lardayım. Şimdi çıkacağız yani.
A.H.- Eee, atla gel buraya işte.
A...'lerle buluşacaktık İşte.
A.H.- A.'leri bırak sen şimdi. Ben onlarla alakayı kestim. Ahirette görüşeceğiz onlarla. Geri dönüşü yok onların.
- Ama ben onları çok samimi bul­dum..
A.H.- Yavruuum,(kızıyor-köpürüyor adeta.-Girişim-) ben on yıldan beridir bu işin içindeyim. O zaman sen başına geç, sen idare et bu kar­deşlerini. Bu her insanın yapabile­ceği bir iş değildir. Bir bildiğim var ki yapıyorum. Yani o kadar da ufak bir insan değilim, o kadar da boş bir insan değilim yani. (Tekebbür, İblis'in ayağını Cennet'ten kesmişti. Bu sözler ve bu ifade biçimi, ne ya­lan söylemeli. İblis'in kibrini çağrış­tırıyor . Besbelli, Adnan Efendinin de bir yerlerden ayağı kesilecek bu mantıkla. Bizden uyarması.-Giri­şim-) Ben onları sildim diyorum. Ama sen gel. Samimiysen, halissen, dürüstsen, hiçbir bağlantın yoksa; gizli bir çalışman yoksa, Allah'ın di­nin yaymak için samimi bir insansan hemen atla gel...
- Ona bakarsak cemaatten atıl­ması gereken bir sürü adam var ya­ni.

"Kur'an'a Recm Ayeti Ekleniyor.."

A.H.- Atmak değil. Biz samimi ve dürüst olduktan sonra düzeliriz. Sinsi adamlar. Halis olmayan, gizli çalışan insanlar. Samimi olduktan sonra insan her türlü hatayı işleyebi­lir. Bunu gayet doğal karşılıyoruz. Hz, Yusuf da hata yapmıştır, Hz. Adem de hata yapmıştır. Bunların hepsine karşı Allah yumuşak ve latif davrandı.
Tevrat'ın hükmünden çıkardılar, şimdi de Kur'an'dan bir kısmını çı­kardılar. Bir kısmını ekliyorlar. Recm ayeti ekleniyor. Bir kısım ayetler çıkarılıyorlar. Enva-i çeşit ilave yapılıyor. Bu çok sakat bir ta­vır. Samimi bir müslümanın yapa­cağı işler değil, bunlar. Halis olsun­lar, içtenlikli olsunlar. Sinsice bir fa­aliyet var, akıl alacak gibi değil.

"Mehdi'ye Layık Olmayanlar"

- Ben sabah altıya kadar uyuma­dım zaten, bu olayları araştırdım.
A.H.- Cemaatın dağılmasından ne fayda umuyorsunuz, akıl alacak gibi değil.
- Cemaatı dağılmak mesele değil ki hocam. Bu adamlar hiçbir şey yapmasa bile ben tek başıma bir şeyler yapmaya devam edeceğim.
A.H.- Yavrum, herkes tek başına devam ettireceğim iddiasında.
- Eğer Mehdiyyete ve dünya haki­miyetine layıksak Allah bizi tutup getirecektir zaten.
A.H.- Layık değilseniz de ayıra­caktır zaten.
- Layık değilsek de ayıracaktır. Allah'ın dininden ayıracaktır ama değil mi?
A.H.- Nasıl Allah'ın dininden uzaklaştıracaktır?
- Eğer Allah, İslamiyeıi hakim kıl­maya bizi layık görmüyorsa, yani atar bizi dışarı.
A.H.- Niye atsın? Gaflet içerisin­de kalırsınız, delalet içerisinde ka­lırsınız? Allah bir süre sonra tekrar kurtarır.
- Belki de öyle olacaktır. Ama la­yıksak gelecektir.
A.H.- Yavrum, rivayetlerde gör­dünüz, orda diyor ki, "Mehdi devrin­de Medine üç defa sarsılır, ne kadar münafık varsa atar onları dışarı. On­lar kendilerinden ayrılanlardan do­layı üzülmezler. Onlardan ayrılanlar onlara zarar veremezler."
- O zaman ben yine şunu söyle­rim: Biz kendimizi ashab-ı kehf, siz
de Mehdi ima ediyorsunuz, herkese karşı. Cemaatte büyük bir enaniyet söz konusu. Cenab-ı Hak'tan büyük bir tokat yiyeceğiz yani. Allah'a kar­şı samimi olmak zorundayız.
A.H.- Yavrum, Allah, layık ol­mayanları atacağını Peygamber Efendimize belirtmiş. "Hakiki din Medine'de kalır" diyor. Münafık tıynetli kimdir? Sürekli yalan söyler, sahtekardır, iki yüzlüdür, gizli faali­yet yapar, sinsilikten hoşlanır, boz­gunculuktan zevk alır, bölücüdür. Ayette diyor ki: "Kısa ve orta yolcu­luk olsaydı peşinden gelirlerdi. O uzun yol onlara uzak geldi..."
- Yol yani, Allah'ın yolu, Mehdiyyet yolu falan değil...
A.H.- Orda cihad diyor, cihad...
- Ben cihad edeceğim. Yol ne ka­dar uzun olursa olsun edeceğim,
A.H.- Yavrum, herkes cihad ede­ceğim diyor. Sen daha buradaki ter­temiz müslümanlarla işbirliği yap­mıyorsan, bunları sırtından vurmak için olmadık hareket yaparsan, sen dinsiz/imansıza ne anlatırsın?

- Ama adamlara (ayrılanları kas­tediyor.-Girişim-) hırsız dediler, ka­raktersiz dediler (hazretin çevresin­de kalanlar diyor bunları.-Girişim-)... Temizlik buysa.. Küfürbazlık var.
Ben bunları her zaman uyarmaya çalıştım. Eğer onlar da layık değilse, onlar da cemaatten çıkarılmalıdır.
A.H.- Sahabe devrinde hırsızlık yapan oldu, fuhuş yapan oldu saha­belerden. Olmadık iş yapan ol­du. Ama gene sahabiydiler. Ama Al­lah onların kalbini gene düzeltti. Tek özellikleri, Allah'ın Rasulüne karış sadık ve samimi idiler. (Adamları­nın da herhalukarda kendisine karşı "sadık" ve "samimi" olmaları gerek­tiğini söylemek istiyor. Diğer hatalar mı? Onlar affedilir. Mehdilik mese­lesinde de hazret bu tür mukayesele­re hep başvuruyor. Etkileyici bir tak­tik değil mi?-Girişim-)
- Samimi olmadıklarını mı söylü­yorsunuz?
A.H.- Yavrum, yüzüme karşı gü­lüyor, arkamdan esaslı bir suikast, akıl alacak gibi değil.
- Sadece kendileri ayrıldılar, çek­ti gittiler.
A.H.- Allah yardım etmeseydi yavrum, onlar her şeyi mahvedecek­lerdi.
- Eğer cemaat Mehdi'nin cemaatıysa, Allah'ın inayeti altındadır, hiçbir şey de olmaz,
A.H.- Yavrum, zaten temizlendi yani. Elhamdülillah o kadar temiz bir cemaat haline geldi ki! Yani rahat rahat konuşabileceğimiz içli dışlı adamlar kalacak.
- Yani üçte bir kalacak. Siz dün akşam söylediniz ya, üçte bir kala­cak diye.
A.H.- Eğer hakikaten samimi ve halis isen gel konuşalım. Değilsen senden de ümidimi keseceğim.
- Ben suikast falan olduğuna inanmıyorum. Sadece kendi arala­rında çekip gittiler yani.
-A.H.-Hem ne planla? Eğer o gün tutuklanmış olsaydı, o tuzağa düş­müş olsaydık, cemaat darmadağın olacaktı- (Hazretin bahsettiği tuzak şu: Beylerbeyi'nde bir akşam top­lantı yaparlarken, öbür apartman sa­kinleri durumdan rahatsız olurlar ve polise şikayette bulunurlar. Polisin, apartmanın çevresini sardığını gö­ren Adnan Hoca, bir yolunu bulup kurtuluyor. Yapılan baskında çok sayıda kimse yakalanıyor. Yakalananlar daha sonra serbest bırakılı­yor. Adnan Hoca, bu ihbarın kendi­sinden ayrılanlar tarafından hareke­tini sabote etmek için yapıldığını id­dia eder. Halbuki o akşam yakala­nanların arasında, bugün kendisin­den ayrılan kimseler de vardır. Ama buna rağmen hazret bu iddiasını tam bir komplocu teoriyle çevresindeki­lere yayar. Özellikle bu iddia, kendi­sinden ayrılanları gözden düşürmek için bulunmak bir koz olarak kulla­nılmaktadır hazret tarafından.-Girişim-)

- O zaman bu adamlar yaptılar bu işi diyorsunuz?
" Gelenekçi-Tutucu-H u m e y n ic i Çevrelerin Saldırısı.."

A.H.- Bu adamlar değil. Bunların danıştığı, kafa aldığı adamların bağlantılı adamları bunlar. Oyunu hazırlayanlar onlar. Dergilerde aleyhimize yazılar çıktı. Birçok der­gide, gelenekçilerin dergilerinde yazılar çıktı aleyhimize. Ne deccalliğimizi bıraktılar, ne bilmem neyi­mizi bıraktılar. Ve onlar (biz dergicileri kastediyor.-Girişim-) diyor­lar: "Bize muntazam bilgiler geliyor cemaatten." Bak, adamlar bize dost göründüler, iş uygun bir safhaya geldiği vakit sırtımızdan vurmaya kalktılar. Suikast yapmaya kalktı­lar. Bak gelenekçi tutucu-Humeynici çevrelerin müthiş bir saldırısı var. Tek suçumuz, Kur'an'a dayalı olmak. Yani adam diyor ki; "Neden Kur'an'a dayanıyorsun, Kur'an ek­siktir. Bu sözü demeyinceye kadar senin canını çıkaracağım." (Biz ge­lenekçiler, tutucular ve dahi Humeyniciler, hazret için böyle diyormuşuz ve en korkuncu da Kur'an'ı eksik ve yetersiz görüyor muşuz, hazrete düşmanlığımızın sebebi onun Kur'an'ı eksik ve yetersiz görmemesiymiş bizim gibi. Yalanın ve saptırmacanın bu kadarına da bilmem ne demeli?-Girişim-) Ben de diyorum ki: "Kur'an eksik değildir." Onlar da diyorlar ki, "Kur'an eksik­tir." Ben diyorum ki, "Kur'an tibyan, açık ve Allah'ın bize açık bir nimeti­dir." Onlar da diyorlar ki, "Kur'an her yönüyle eksiktir. Rasulullah'dan iddia edilen milyonlarca yalanın içinden seç-beğen, istediğini al, ona göre yeni bir din kur."
"Kur'an'da Başını Ört Diye Bir İfade Geçmiyor ki..."
- Tesettür mevzuu çok açık mese­la. O "hımar'da, "başları sona geçrilecek elbise" şeklinde İbranice'de belirtiliyor mesela.
A.H.- Yavrum, hiç sözlüğe baktın mı?
Baktım, özellikle haklım.
A.H.- Hangi sözlüğe baktın?
- İbranice-Türkçe sözlüğe bak­tım.
A.H.- Şimdi "hımarla” ilgili yirmi tane sözlük karıştırdım..
- O zaman hocam, yirmi tane mez­hep çıkacak.
A.H.- Hayır yavrum, bütün söz­lüklerde "hımar", "örtü" olarak geçi­yor. Masa örtüsü için de "hımar" deniyor, başa alınan sarık için de "hı­mar" deniyor...
- Peki "cilbab" diye de geçiyor bir yerde.
A.H.- "Cilbab", kırk türlü örtü an­lamına geliyor. En aşağı kırk tane.
- Hocam, o zaman yirmi ordan çı­kıyor, kırk şurdan çıkıyor, bunun kombinezonunu alırsak yüz binlerce mezhep çıkması lazım.
A.H.- Hayır, mezhep çıkmıyor. Sen bu konuda biraz acelece hareket ediyorsun. (Cilbab'ı 'başörtü' şeklin­de anladığı için böyle diyor.-Giri­şim-) Daha önce de söylemiştim: "Cilbab" geçen ayette illet var." Ta­nınmaları ve eza görmemeleri için daha hayırlıdır" diyor. Belirli bir za­mana ve belirli bir olaya bakıyor. Açık bir olay olmuş, o olayı kaldır­mak için bu ayet inmiş. Tek başına bu ayet başörtüsünü açıklayacak hü­kümde olmuyor. Yani illetli olduğu için. Gerekçe var çünkü. Belirli yön­de bir olay oluyor, bu olayı kaldır­mak için bir tedbir olarak iniyor bu ayet.
Mesela domuz etinde de pislik var. Ama şu anda teknoloji yoluyla temizlenmiş bir hayvan.
A.H.- Yavrum, anladım da... Bir­çok illetli ayet vardır Kur'an'da.
- O zaman tesettür ayetleri fazla gibi bir şey olması lazım.
A.H.- Hayır... O Nur suresi'ndeki ayetler açık, çünkü illetli ayetler de­ğil. Mü'min kadınlara tavsiye var: "Göğüslerinin üstüne başörtülerini salsınlar.."
- Anladım ne demek istediğinizi.. "Hımar", başörtü şeklinde geçiyor­sa, başörtü de örtüdür.
A.H.- Yavrum, başörtü diye bir-şey yok. "Hımar" önü, başı örten an­lamına da geliyor.
- Başörtüsü anlamında da var ho­cam.
A.H.- Yavrum, başörtü anlamına geliyor, sarık anlamına geliyor, ma­sa örtüsü anlamına geliyor..
- Tamam o zaman biz de o anlama alabiliriz mesela..
A.H.- Yavrum, "göğsünü ört" di­yor, "başını ört" diye bir ifade geç­miyor ki orda. Yani öyle bir şey den­mediği halde onu farz diye ortaya koyarsak manevi bir mesuliyeti ol­maz mı? Ya yoksa. Öyle değilse?
- Olsa da birşey olmaz zaten. Faz­ladan bir şey gelmeyeceğini siz söy­lemiştiniz.
A.H.- Biz de fazla bir şey demiyo­ruz, örten örtsün diyoruz. Farz diye ortaya çıkmayız diyoruz. Örten örtsün dedik. Bir engel koymuyoruz ki. Başını örtenin başörtüsünü çekip çı­karmadık ki.. (Bu ifadeler hazretin başörtü konusunda nasıl düşündü­ğünü açık-seçik ortaya koyuyor. Ba­şını örtenlere karışmıyormuş .onla­rın başörtüsünü çekip çıkarmıyormuş! -Girişim-)
- Ama zorlama hareketler var. A.. için mesela, "Altında kot, başında çaput dolaşıyor, tebliğ yapmıyor" dediniz. Ama ben hatırlıyorum: Ön­ceden de A.,'ya , "sen tebliğ yapma, otur evinde' diye izahatlarda bulun­muştunuz.
A.H.- Yavrum, bak samimi değil­sin işte. Samimi olsan böyle konuş­mazsın. Ben A.'ya, "Bebek'teki kah­veye gelme, plajlara gelme" dedim.
- Başka yerde tebliğ yapılmıyor ki zaten hocam. Evine götürmesi lazım o zaman.
A.H.- Yavrum; Kur'an'a dönüş var. o görüntüden, zevahirden etki­lenen maneviyat maneviyat değildir. Allah, "sizin zahirinize bakmaz, kalplerinize nazar edecektir" diyor. Bak kalpleri düzelmediği için sakat­landı adamlar. Zahire göre olmaz, kalbin düzelmesi gerekiyor.
"Namazın Beş Vakit Olduğundan Emin misin?"
A.H.- Namazın beş vakit oldu­ğundan emin misin?
Vallahi Eminim.
A.H.-.Nerden çıkardın? O delilini bana bir anlat bakayım...
- Tarafeyn mevzuundan çıkıyor...
A.H.- "Tarafeyn"den ne çıkı­yor?
Gündüzün iki tarafı diye çıkıyor.
A.H.- Gündüzün iki tarafı ne de­mek?
- Gündüzün iki tarafını; sabah ve ikindi diye aldım. Bîr de gecenin ya­kın olan bir vakti. Bu da akşam vakti olmuş oluyor.
A.H.- Evet, tamam, üç vakit ol­muş oluyor.
- Bir de arkasından Bakara 238. ayetinde geçen "T" harfi var. Bu "T" harfi, yukarısı açık şekilde geçiyor. Bu en az iiç vakte işaret ediyor,
A.H.- Nasıl oluyor bu "T" har­fi?
- Ondan sonra "salavat" diye ge­çiyor. Bütün alimler, bu salavaf'ın
en az üç olduğunu söylüyor/ar.
A.H.- "Nerde "salavat" diye geçi­yor yavrum? (Bakara 238. ayette "salavat" geçtiğini bilmeyen adam, kalkmış boyundan büyük işlere kal­kışıyor. Neymiş, öyle "ufak ve boş adam" değilmiş! Hadi ordan sen de!-Girişim-)
- İlk önce "salavat" diye geçiyor. "Namazlara dikkat edin" diyor ve özellikle "orta namaza dikkat edin" diyor ve orda da "salavat" diye geçi­yor. "Orda "T" kapalı..
A.H.- "Salavat" mı? Nerde "sala­vat geçiyor?
- Bakara 238. ayette. Orda ilk T" ve ikinci "T'ye dikkat edilmesi la­zım, ilk "T'nin üstü açık, ikinci "T'nin üstii kapalı ve yuvarlak şekilde. Hud 114 var, İsra 78. ayet var, bir de Taha 130 var. Bence beş vakit çok açık. Bunu yazılı hale getirece­ğim ve öncelikle size anlatacağım.
A.H.- Peki bunu anlayınca ne de­ğişecek sende? Farzedelim ki üç va­kit olduğunu anladın veyahut beş vakit olduğunu anladın da biz değiş­medik. Ne değişir sende?
- Hiçbir şey fark etmez. Eğer doğ­rusu buysa cemaat tekrar beş vakit
kılmaya başlar. (Bu açık sözlerden de anlaşılıyor ki, Adnan'ın cemaatı beş vakit değil, üç vakit namaz kılı­yor. -G rişim-)